Öğrenci Topluluğu ve Ders Notları

Öğrenciler Platformu

REKLAM ALANI

13 Ocak 2017 Cuma

Şiir Türleri


ŞİİR TÜRLERİ

Şiirler genellikle biçim özellikleri ve konularına göre gazel, kaside, mesnevi, rubai, şarkı, türkü, koşma, güzelleme, koçaklama, taşlama, ağıt, mâni, ninni, destan gibi farklı isimlerle adlandırılır.
Ancak şiirin Batılı şiir gruplandırmaları dikkate alınarak konularına göre altıya ayrılması gelenek hâlini almıştır. Şiirler konularına göre “epik, lirik, didaktik, pastoral, satirik ve dramatik şiir” olmak üzere altıya ayrılır. Şimdi sırasıyla bunları göreceğiz.

1. Epik Şiir

Konusu savaş, yiğitlik, kahramanlık ve vatan sevgisi olan, bir olayı veya tarihi bir hadiseyi coşkulu bir şekilde anlatan şiirlere “epik şiir” denir.
“Epik” sözcüğü, efsanelerle değişikliğe uğramış tarihî bir olayın izlerini taşıyan destan, bir milletin hayal gücünü en çok doyurabilecek en eski edebiyat biçiminin adıdır. Yunanca bir sözcük olan “epik”; konuşma, hikâye, şarkı, kahramanlık şiiri anlamına gelen “epos” sözcüğünden türemiştir. Epik şiirlerin ilk örnekleri destanlara dayanır ve bu şiir türü çıkışı itibarıyla destanlardan beslenir.
Epik şiirler bir milletin hayatında önemli izler bırakan büyük göçler, savaşlar, doğal âfetler gibi olaylarla; yiğitlik, kahramanlık, mertlik, yurt sevgisi gibi konuların destan havası içinde işlendiği kahramanlık şiirleridir.
Destan gibi uzunca yazılan bu şiirlere “hamasi şiir”, “kahramanlık şiiri”, “destani şiir” gibi adlar da verilir. Epik şiir, okuyanda coşku, yiğitlik duygusu, savaşma arzusu uyandırır. Destanlar gibi daha çok, uzun olarak söylenir.
Epik şiir türünün ilk örneği olarak Homeros’un derlediği “İlyada ve Odise” destanı kabul edilir. Epik, geleneksel hikâyeciliğin gelişmiş şeklidir; gelişmesi boyunca, kahramanlar ve işleri, insanlar arasındaki şöhretlerini yüceltme gayesiyle seçilmiştir. Şairin gücü, yeni bir hikâye meydana getirmeye değil, meşhur bir hikâyeden epik şiir çıkarmaya yöneliktir. Türk ulusunun tarihi, şanlı zaferlerle dolu olduğundan Türk edebiyatı epik şiir yönüyle bir hayli zengindir. Türk edebiyatında Oğuz Kağan Destanı’ndan başlayarak, Türk kahramanlarının veya göç maceralarının hikâyelerini anlatan destanlar vardır. Divan edebiyatında “kasideler”, Halk edebiyatında “koçaklamalar, destanlar, varsağılar” epik şiir türüne örnek olarak gösterilebilir. Günümüzde, epik şiir, eski destanlardaki niteliğiyle yaşamamaktadır. Modern dünyada artık kahramanlık ögesi ağır basan bazı şiirler, epik şiir olarak görülmektedir.

Bizdik o hücumun bütün aşkıyla kanatlı;
Bizdik o sabah ilk atılan safta yüz atlı.

Uçtuk Mohaç ufkunda görünmek hevesiyle,
Canlandı o meşhur ova at kişnemesiyle!
                                                   (Yahya Kemal Beyatlı)

Epik şiir, “doğal epik” ve “yapay epik” olmak üzere ikiye ayrılır. Şimdi sırasıyla bunların özelliklerini görelim.

a. Doğal epik: Toplumun ortak malı olan ve birtakım olaylar sonucu kendiliğinden oluşan destan şeklindeki şiirlerdir. Bu şiirler, yazının henüz bulunmadığı ve yaygınlaşmadığı bir kültürde doğan ve kuşaktan kuşağa sözlü olarak aktarıldıktan sonra yazıya geçirilmiştir. Doğal epik, ozan ve şarkıcıların değişik zamanlarda söylediği şarkı ve şiirlerin bütünleşmesi ve işlenmesiyle oluşturulur.

Şu dağları kara duman bürüdü
Üç yüz atlı, beş yüz yayan yürüdü
Sarı Zeybek bu dünyada bir idi

Yazık olsun Telli doru şanına
Eğil bir bak mor cepkenin kanına
                                              (Anonim)

b. Yapay epik: Bir şairin, toplumu etkileyen herhangi bir olayı tabiî destanlara benzeterek söylemesi sonucu oluşan destan şeklindeki şiirlerdir. Belirli bir sanatçı tarafından eski örneklere uygun olarak ve okunmak üzere kaleme alınır. Anadolu’da bugün bile saz eşliğinde epik şiir söyleyen âşıklar vardır.

Köroğlu’yum medhim merde yeğine
Koç yiğit değişmez cengi düğüne
Sere serpe gider düşman önüne
Ölümü karşılar meydan içinde
                                                  (Köroğlu)

2. Lirik Şiir

Şairin ruhunda uyanan ve kabaran heyecanları içli bir dille anlatan duygu yüklü şiirlere “lirik şiir” denir. Lirik şiirde toplumun hemen her kesimini ilgilendiren sevinç veya acı gibi ortak duygular veya aşk, ayrılık, özlem gibi bireysel duygular coşkulu bir tarzda işlenir.
Lirik şiirlerde “aşk, sevgi, ölüm, ayrılık” gibi bireysel ve duygusal konular ağır basar. Lirik şiir, okurun duygularına, kalbine seslenir. İnsanın iç dünyasını yakalar, dolayısıyla da lirik şiir eylem, olay, etkinlik ve karşılıklı ilişki sergilemez. Ancak sadece iç dünyayı yansıtmakla kalmaz, nesnel dünyadan kaynaklanan duygu ve düşünleri de içerir. Bu şiirler okuyanı etkiler, duygulandırır. Edebî türlerin en sanatsal, en katışıksız, en yoğun olanı lirik şiirdir. Lirik şiir, okuyucuya ve dinleyiciye estetik bir haz verir.
Eski Yunan edebiyatında bu tarz şiirler “lir (lyre)” denen bir sazla söylendiği için böyle adlandırılmıştır. Lirik şiirin ilk ustaları Sappho (MÖ 612) ve Alkaeus (MÖ 6. yüzyıl)’tır. Ancak lirik şiir bugünkü anlamdaki niteliğine 18. yüzyılda romantizm akımı döneminde kavuşmuş, kuralları oluşmuştur.
Lirik şiirler Türk edebiyatında eskiden “kopuz” denen bir tür saz eşliğinde söylenirdi. Sonraları kopuzun yerini “saz” ve “bağlama” almıştır. Türk edebiyatımızda halk şairlerinin (âşık, ozan) söylediği şiirlerin çoğunun lirik şiir olduğu söylenebilir. Halk edebiyatında “güzelleme” türündeki “koşma, semai”; divan edebiyatında ise “gazel, şarkı, murabba”; lirik şiire girer.
Tanzimat döneminde de kemençeye benzer bir çeşit telli sazın adı olan “rebab”dan dolayı bu tür şiirlere “rebabi” denmiştir. Yeni Türk edebiyatında ise lirik şiir, değişik nazım biçimleriyle yazılmıştır.

Açılan bir gülsün sen yaprak yaprak,
Ben aşkımla bahar getirdim sana;
Tozlu yollarından geçtiğim uzak
İklimden şarkılar getirdim sana.
                                           (Ahmet Muhip Dıranas)
Dağda dolaşırken yakma kandili
Fersiz gözlerimi dağlama gurbet.
Ne söylemez, akan suların dili
Sessizlik içinde çağlama gurbet.
                                              (Necip Fazıl Kısakürek)


Örnek:

Al bir kalpak giymişti, al,
Al bir ata binmişti, al
Zafer ırak mı dedim
Aha, diyordu.

Bu parça, duygu örgüsü yönünden aşağıdaki türlerden
hangisine en yakındır?
A) Didaktik - lirik
B) Lirik - pastoral
C) Pastoral - didaktik
D) Epik - lirik
E) Epik - pastoral
                                                          (1975)
Çözüm: Verilen dörtlük, Atatürk’ü anlatmaktadır. Üçüncü
dizeden şiirin bir savaşı anlattığını anlıyoruz. Buraya kadarki
ipuçları bize şiirin epik şiir olduğunu göstermektedir.
Şiirin anlatımında bir içtenlik, duygusallık da vardır. Bu
da lirik şiirin özelliğidir. Öyleyse sorudaki parçanın “epiklirik
şiir” türlerine yakın olduğunu söyleyebiliriz.
                                                                Cevap D

3. Didaktik Şiir

Belli bir konuda öğüt ve bilgi veren, bilimin metot ve prensiplerini, sanat eserlerinin güzel yönlerini öğreten, ahlaki, kültürel dersler veren şiirlere “didaktik (öğretici) şiir” denir.
Şairin temel amacı bir düşünceyi, bir bilgiyi aktarmak ve öğüt vermektir. Bunlar okurun aklına seslenir. Bu nedenle didaktik şiirler duygusal yönden zayıftır. Duygu yönü az olduğundan kuru bir anlatımı vardır. Dil ve anlatım bakımından pek değer taşımaz. Bu şiirlerin bilgi ve felsefi yönü ağırlıklıdır. Söylenenler imgeye dönüştürülmeden, düzyazı gibi bir yapı içinde aktarılır. Şairler, kafiye ve ölçülerinden dolayı akılda kolay kaldığından, bilgileri bu yolla vermeyi tercih ederler.
Didaktik şiirin tarihi eski Yunan’a dayanır. Hesiodos (MÖ 8. yüzyıl) düşüncelerini, kolayca akılda kalması amacıyla şiirin olanaklarından yararlanarak bu türde kaleme almıştır.
Türk edebiyatında “ta’limi” terimi didaktik şiir yerine kullanılmıştır. Manzum hikâyeler ve fabllar da bu türe girer. Türk edebiyatının Orta Asya’da oluşturduğu, Yusuf Has Hacip’in “Kutadgu Bilig”, Edip Ahmet Yükneki’nin “Atabet-ül Hakayık” adlı eserleri bazı bilgileri, doğruları öğretmek amacıyla oluşturulduğu için didaktik şiir sayılır.
Divan edebiyatı döneminde kaleme alınan, Âşık Paşa’nın “Garipnâme”, Nâbi’nin “Hayriyye” ve “Hayrabât” adlı eseri de didaktik nitelikler taşımaktadır.
Türk edebiyatında Nabi (1614-1712), Ziya Paşa (1825-1880), Tevfik Fikret (1867-1915), Ziya Gökalp (1875- 1924) didaktik şiirin başarılı örneklerini vermiş sanatçıların başında yer almaktadır.

İnsanlığa dürüst davran
İnsan küçük büyük evran
İnsanlara hakça davran
Koltuk sana bâki değil
                             (Yunus Emre)

İster isen anlamak cihânı,
Öğrenmeli Avrupa lisânı.
Bilmek gerek ordaki fünunu,
Terk eyle taassub u cünûnu.
Taklit ile aslını unutma,
Milliyetini hâkir tutma.
                                  (Ziya Paşa)

Tüfekle oynama yavrum
Şakacığı bile çirkin
Bir canlıyı öldürmenin.
                                 (Tahsin Saraç)

Fabl

İnsan dışındaki bitki, hayvan gibi canlı varlıklara eşya gibi cansız varlıklara insan kişiliği vererek ve onları konuşturarak, başlarından geçen olayları bir ibret dersi verecek biçimde anlatan kısa manzum hikâyelere “fabl” denir.
Fabl, didaktik şiire uygun niteliklere sahiptir. Bu yüzden bu türün, didaktik şiir başlığının altında incelenmesi uygun görülmüştür.
Fabl aracılığıyla kişilerin veya topumun aksayan yönleri düzeltilmeye çalışılır. Hayalî varlıklar ve olaylar gerçeğe ne kadar yakın olursa fabl o derecede etkili ve başarılı olur. Olağanüstü olaylar anlatılır. Kahramanları genelde bitkiler ve hayvanlar arasından seçilir. Bazı fabl örneklerinde insanlar da karşımıza çıkmaktadır.
Olaylar çoğunlukla bir kır, orman veya köyde geçer. Abartma ve benzetme sanatından çokça yararlanılır. Nükte ve yergiye sıkça yer verilir. İnsan dışındaki varlıklara insana ait özellikler verildiğinden bütün fabl örnekleri aslında kişileştirme sanatı üzerine kurulur. İnsan dışındaki varlıklar konuşturulduğu için intak (konuşturma) sanatı da fabl örneklerinin temelini oluşturur. Sonunda mutlaka bir ibret dersi veya ahlâkî öğüt verilir.

Fabl - Masal Farkı 
Fabl eserlerinin sonunda kıssadan hisse biçiminde bir dersin verilmesi onu masaldan ayıran özelliklerin başında gelir. Fabl, genellikle manzum şekilde yazılır. Bu yönüyle de masaldan ayrılır. Çünkü masallar, arada manzum kısımlar bulunsa bile, temelde düzyazı biçimindedir. Masalların başında bulunan tekerlemeler fabllerde yoktur.

Dünya edebiyatında fabl: Fabl türünün ilk örnekleri arasında Hintfilozofu Beydeba’nın “Kelile ve Dimne” adlı eseri yer alır. Batı’da bu yazı türünün başlatıcısı Ezop (Aisopos) olmuştur. Yunanlı Aisopos (Ezop) bu türde önemli eserler vermiştir. Fransız edebiyatçı La Fontaine’in “Fabller”i bu türün bugünkü anlamdaki ilk başarılı örneklerindendir.

Türk edebiyatında fabl: Türk edebiyatında fabl türünün ilk örneği olarak 15. yüzyılda Şeyhî’nin yazdığı “Harnâme” adlı mesnevi tarzındaki eser karşımıza çıkmaktadır. Şinasi ve Tevfik Fikret Türk edebiyatında Batılı anlamda ilk fabl yazarlarıdır. Orhan Veli’nin “La Fontaine’in Masalları” adıyla manzum olarak Türkçeye kazandırdığı çalışma da anılmaya değerdir.

Karıncayı tanırsınız
Mini mini bir hayvandır
Fakat gayet çalışkandır
Gayet tutumludur yalnız
Pek bencildir, bu bir kusur
Bencil olan zâlim olur
Bir gün ateşböceği
Tembel tembel ötüp durmak
Neticesi aç kalarak
Karıncadan göreceği
Soğukluğa bakmaz gider
Bir lokma şey rica eder
Der ki: – Acıyınız bize
Çoluk çocuk evde açız
Yardımınıza muhtacız
Karınca bir yüreksize
Lâyık sertlikle sorar:
– Aç mısınız? Ya o kadar
Uzun, güzel günler oldu
O günlerde ne yaptınız?
Böcek inler: – Açız, açız!
Bakın, benzim nasıl soldu
O günlerde gülen, öten
Sazla, sözle eğlenen ben
Bugün bakın ne hâldeyim!
Vallah açız, billah açız
Hâlimize acıyınız!
Karınca eğlenir: Beyim
Şimdi de dansedin ne var?
Yazın çalan, kışın oynar
                                          (Tevfik Fikret)

4. Pastoral Şiir

Çoban, kır, dağ, orman, yayla, köy hayatını, doğal güzellikleri, manzaraları ve bunlara duyulan özlemleri anlatan şiirlere “pastoral şiir” denir. Pastoral sözcüğü “çobanlara ilişkin” demektir ve Türkçede bu anlamda “râiyâne”, “rüstâî” terimleri de kullanılmıştır. Pastoral şiirlerde doğaya karşı bir sevgi, bir imrenme söz konusudur. Bu şiirin kurucusu eski Yunan edebiya-tında Theokritos (MÖ 3. yüzyıl)’tur. Virgilius da bu türde şiirler yazmıştır.
Türk edebiyatında Abdülhak Hamit’in “Sahra” adlı eseri pastoral şiire örnek gösterilebilir. Cumhuriyet döneminde köye, Anadolu’ya yönelen, kır yaşamının güzelliklerini işleyen şiirlere de pastoral şiir denmiştir.
İdil: Batı edebiyatlarında doğrudan doğruya kır hayatının güzelliğini işleyen kısa pastoral şiirlere “idil” denir. Bu şiirlerde şair, doğa karşısındaki duygulanmasını anlatır.
Eglog: Batı edebiyatlarında birkaç çobanın kır hayatı, aşk gibi konular üzerinde karşılıklı konuşmaları tarzında yazılan pastoral şiirlere “eglog” denir. Eglog, Türk edebiyatında hemen hemen hiç kullanılmamıştır.

Bekçileri gibiyiz, ebenced buraların,
Bu tenha derelerin, bu vahşi kayaların
Görmediği gün yoktur sürü peşinde bizi,
Her gün aynı pınardan, doldurup testimizi
Kırlara açılırız çıngıraklarımızla.
Okuma yok, yazma yok, bilmeyiz eski, yeni,
Kuzular bize söyler yılların geçtiğini,
Arzu, başlarımızdan yıldızlar gibi yüksek;
Önümüzde bir sürü, yanımızda bir köpek
                                                        (Kemalettin Kamu)

Dağlar orman, tepeler bağ, ovalar hep tarla
Koca mera dolu baştan başa sağmallarla
Köylünün kırları tutmuş yayılırken davarı
Sökemezsin, sarar âfakını yün dalgaları
                                                         (Mehmet Âkif Ersoy)


Örnek:

Ak tüylü köpektir koyun sürüsüyle
Seğirtir kaval sesinde sağa sola
Çobandır köyün yamacında
Yayar davarı da çömelir
Meşe dallarının altına

Bu dizelerde aşağıdaki şiir türlerinden hangisine
özgü bir nitelik vardır?
A) Lirik
B) Dramatik
C) Didaktik
D) Epik
E) Pastoral
                                  (1991 - ÖYS)
Çözüm: Bu dizelerde, bir çoban ve sürüsü anlatılmaktadır.
Bu şiirde olduğu gibi çoban, kır, dağ, orman, yayla,
köy hayatını ve doğal güzellikleri, manzaraları ve bunlara
duyulan özlemleri anlatan şiirlere “pastoral şiir” denir.
                                                                              Cevap E


Örnek:

Kaman civarına bahar gelince
Yıkılır ovadan yörük çadırları,
Yücesinde pare pare duman tutmuş
Düldül Dağ’ın yaylasında mekân kurulur.
Hoş gelmişsin ilkbahar!
Nisan ayı içinde donanır dağlar,
Donanır yeşilinden, alından

Bu dizelerde aşağıdaki şiir türlerinden hangisine
özgü nitelikler ağır basmaktadır?
A) Lirik
B) Pastoral
C) Epik
D) Didaktik
E) Dramatik
                                           (2006 - ÖSS)
Çözüm: Verilen dizelerde kır yaşamına ilişkin ayrıntıların
anlatıldığını görüyoruz. Yörük çadırlarının kurulması,
ovadan hareket edip yaylaya gidilmesi, çobanların
ve kır yaşamının özellikleridir. Dolayısıyla bu dizelerde
pastoral şiire özgü nitelikler ağır basmaktadır.
                                                          Cevap B

Örnek:

Okumak yok, yazma yok, bilmeyiz eski, yeni,
Kuzular söyler bize yılların geçtiğini,
Arzu, başlarından yıldızlar gibi yüksek,
Önümüzde bir sürü, yanımızda bir köpek

Bu dörtlükte aşağıdaki şiir türlerinden hangisine
özgü bir nitelik vardır?
A) Lirik şiir
B) Didaktik şiir
C) Pastoral şiir
D) Epik şiir
E) Dramatik şiir
                                          (1996 - ÖYS)
Çözüm: Dörtlükte çobanların yaşamından söz edilmektedir.
“Okumak yok, yazma yok, bilmeyiz eski, yeni”
dizesinde onların nitelikleri kendi ağızlarından anlatılmaktadır.
“Kuzular söyler bize yılların geçtiğini” dizesinde
çobanların günlük yaşamlarının ayrıntısı sunulmaktadır.
Bu konuların dile getirildiği şiirlere pastoral
şiir denir.
                                               Cevap C

5. Satirik Şiir

Kişilerin ve çevredeki nesnelerin gülünç taraflarını ele alarak onları yeren, kötüleyen şiirlere “satirik şiir” denir. Satirik şiirlerin eleştirici bir anlatımı vardır. Bir kişi, olay, durum, iğneleyici sözlerle, alaylı ifadelerle eleştirilir. Satirik şiirlerde didaktik ögeler de vardır. Ancak bilgi vermeyi, bir bilgiyi öğretmeyi amaçlamadığı için bu şiirler, didaktik şiirden ayrı bir tür olarak kabul edilir. Satirik şiirlere Divan edebiyatında “hiciv”, Halk edebiyatında “taşlama”, Yeni Türk edebiyatında ise “yergi” örnek olarak verilebilir. Edebiyatımızda Şeyhî, Bağdatlı Ruhî, Nef’î, Ziya Paşa bu tip manzumelerin güzel örneklerini vermişlerdir.

Söylersin de söz içinde şaşmazsın
Helâli haramı yersin seçmezsin
Nasibin kesilir de sular içmezsin
Akar çaylar senin olsa ne fayda
                                               (Pir Sultan Abdal)

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı can-feza sizin
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin
Verir zavallı memleket, verir ne varsa, malını
Vücudunu, hayatını, ümidini, hayalini
Bütün ferağ-ı halini, olanca şevk-i balını
Hemen yutun düşünmeyin haramını, helâlini...
                                              (Tevfik Fikret)

Köylümüz efendimiz tarlasında perişan
İşçimiz kardeşimiz kavgasında perişan
Anam bacımdır bahtı karasında perişan
Hemen Allah cümlemizin yardımcısı olsun.
                                             (Cahit Sıtkı Tarancı)


Örnek : 

Aşağıdaki dizelerden hangisi bir taşlamadan alınmış
olabilir?
A) Ayna almış perçem düzer
     Zülfün tarayı tarayı
B) Kırık çanağı yok ayran içecek
     Kahveye gelir de fincan beğenmez
C) Eğil dağlar eğil üstünden aşam
     Yeni talim gelmiş varam alışam
D) Güzel gitti diye pınar ağladı
     Acıdı yüreğim yandı pınara
E) Avcılardan kaçmış ceylan misali
     Geçmiş dağdan dağa yoktur durağı
                                             (1992 - ÖYS)
Çözüm: A seçeneğinde sevgili, C seçeneğinde gurbet,
D seçeneğinde ayrılık, E seçeneğinde de sevgili
anlatılmıştır. Bu seçeneklerde olduğu gibi, sevinç veya
acı gibi ortak duygular veya aşk, ayrılık, özlem gibi bireysel
duyguları coşkulu bir tarzda anlatan şiirlere “lirik
şiir” denir. Bize taşlama sorulmaktadır. Bu da B seçeneğinde
vardır. Çünkü B seçeneğinde olduğu gibi,
kişilerin gülünç, çelişkili taraflarını ele alarak onları yeren,
eleştiren şiirlere “satirik şiir” denir. Satirik şiirin
Halk edebiyatında karşılığı “taşlama”dır.
                                                Cevap B

6. Dramatik Şiir

Dramatik şiir, eski tiyatroda kullanılan şiir türüdür. Eski Yunan edebiyatında oyuncuların sahnede söyleyecekleri sözler şiir hâline getirilir ve onlara ezberletilirdi. Bu durum, dram tiyatro türünün (19. yy.) çıkışına kadar sürmüştür. Daha sonra ise tiyatro metinleri düzyazıyla yazılmaya başlanmıştır. Batı edebiyatında Corneille, Racine, Shakespeare bu türün örneklerini vermişlerdir. Türk edebiyatında dramatik şiir türünde hemen hemen hiç örnek verilmemiştir. Çünkü Türk edebiyatı, Batı’ya açıldığı Tanzimat döneminde Batı’da da bu tür, şiir şeklinde değil de nesir şeklinde yazılıyordu. Türk edebiyatı da bu nedenle tiyatro türünü Batı’dan nesir olarak almıştır. Ancak Türk edebiyatında, Namık Kemal, Abdülhak Hamid Tarhan, Faruk Nafiz Çamlıbel gibi nadir de olsa nazımla (şiir şeklinde) tiyatro yazan sanatçılar olmuştur.

Musa – Zaten emeli yüzünden okunuyor, Kur’an’ı hıfzetmiş
             kadar gönlüme ferahlık geliyor.
Mirvan – (Aziz’e) Ziyad, oğlunun cevabını sen oku. Al.
                (Kâğıdın birini verir.) Ben kardeşiminkini okuyacağım
                (Zehra’ya). İşte seninki!
Mervan– Sanki tufan bulutunda yıldız
                Kim şu mahşerde kalan şehzâde?
                Bütün etrafım düşman sarmış,
                Beni kurtar, diye haykırdı!
Aziz – O silâhlı kız kim oluyor öyle?
            Acaba nereden koştu, geldi?
            Meğer ordumda melekler varmış,
            Bana Allah için imdat etti, yetişti.
Mervan – Hâli sevdamı şiddetlendiriyor.
                Buna Tanrı’yı şahid tutarım.
                O güzel ikrama ben nasıl mukabele edeyim?
                                                       (Abdülhak Hamit Tarhan)


Dramatik şiir, harekete çevrilebilen şiir türüdür. Başlangıçta “trajedi” ve “komedi” olmak üzere ikiye ayrılan bu şiir türü “dram”ın eklenmesiyle üçe çıkmıştır. Dramatik şiir, aslında şiir şeklindeki tiyatro eseriyle ilgilidir. Bu eserler, temsil edilecek olayın niteliğine göre isimler alır. 19. yüzyılın sonlarına kadar genel olarak tragedya, komedya ve dram olarak adlandırılan bu eserler zamanla değişmiş, ülkelere göre değişik adlar almıştır. Bugünkü Batı tiyatrosunun temeli eski Yunan edebiyatına dayanır. Yunan tiyatrosu, o kültürde Bağ Bozumu Tanrısı olarak kabul edilen “Dionysos (Diyonizos)” adına yapılan törenlerden doğmuştur. Antik tiyatronun temelde iki büyük türü bulunmaktadır. Bunlar “trajedi” ve “komedi”dir. Rönesans’ta (16. yüzyıl), klasik tiyatronun son çeşidi olan dram türü ortaya çıkmıştır. Bu türün çıkışı yeni tiyatro anlayışlarına öncü olmuştur.
Bu trajedi, komedi ve dram türlerine geçmeden önce bundan sonra sıkça duyacağımız bir kavram olan üç birlik kuralını açıklayalım. Bir tiyatro eserinin zaman, mekân (yer), olay birliği içinde verilmesine “üç birlik kuralı” denir.


  • Zaman birliği: Eserin konusunu oluşturan olay, yirmi dört saat, yani bir gün içinde geçer. Eserin konusu bu nedenle olayın sonucuna en yakın yerinden seçilir.
  • Yer birliği: Olayın baştan sona kadar aynı yerde geçmesidir.
  • Olay birliği: Oyunun tek bir ana olay çerçevesinde geçmesidir.

Trajedi (Tragedya)

Yaşamın acıklı yönlerini, kendine özgü kurallarla, sahnede yansıtmak; ahlak, erdem örneği göstermek için yazılmış manzum (şiir şeklinde olan) tiyatro eserine “trajedi (tragedya)” denir. Antik (eski) Yunan’da Bağ Bozumu Tanrısı “Dionyos” adına yapılan törenlerde temsiller önceleri korolar tarafından verilmiştir. Korodaki kişiler değişik hayvanların maskeleriyle sahneye çıkıyorlardı. Bu maskeli oyunculara “satir” deniyordu. Koro oyuncuları, tanrı Dionysos’un muhafızları olan keçi ayaklı satirlerin kılığına girmek için teke derileri giyiyorlardı. “Trogoi” denilen bu deriler yüzünden bu oyun türüne “keçi şarkısı” anlamına gelen “tragedia” adı verilmiştir.
Daha sonra “Thespis (Tespis, MÖ 6. yüzyıl)” adındaki bir kişi, koronun karşısına bir aktör çıkarmıştır. Böylece monolog hâlindeki törenler söyleşmeli tiyatrolar hâline gelmiştir. Bu oyunlarda zamanla oyuncu sayısı artmıştır. Bu oyunlarda başka tanrıların da hayatları ve maceraları temsil edilmeye başlanmıştır.
Yunan trajedileri, 15-20 bin kişilik büyük tiyatro binalarında temsil edilirdi. Bu trajediler bugünkü literatürde perdenin karşılığı olan “epizot” adı verilen bölümlere ayrılırdı.
Trajedi, olayları acıklı yönleriyle verir. İnsanların ruhsal zayıflıklarını, kin, nefret, intikam, ihtiras ve kuvvetli yönlerini karşı karşıya getirir. Seyircide korku ve acıma hisleri uyandırarak onu kötü duygulardan arındırmayı, iyi davranışlara yönlendirmeyi yani ona ders vermeyi amaçlar. Toplumun aristokrat kesimine hitap eder.
17. yüzyıl Fransız sanatçıları trajedinin kurallarını kesinleştirmişlerdir. Bu sanatçılar üç birlik kuralını benimsemişler, koroyu kaldırmışlar ve trajedileri beş perdelik oyunlar hâline getirmişlerdir.

Trajedinin temel özellikleri:

Trajedinin çok kesin kuralları vardır. Şimdi bunların belli başlılarını görelim.

  • Konularını tarihten ve mitolojiden alır.
  • Kahramanları krallar, kraliçeler gibi soylular veya mitolojideki tanrılar, tanrıçalardır.
  • Üslûbu sanatlıdır, işlenmiş, kusursuz ve seçkin bir dil kullanılır, ağır bir anlatımı vardır.
  • Kaba sayılan sözlere, küfürlü ifadelere, argolara hiç rastlanmaz.
  • Manzum olarak (şiir şeklinde) yazılır.
  • Kavga, vurma, yaralama, öldürme, intihar gibi kötü olaylar seyircinin gözü önünde canlandırılmaz.
  • Beş perdeden oluşur. Eser ara vermeden oynanır. Bölümler arasındaki geçiş, koronun araya girmesiyle sağlanır.
  • Birbiri arkasından sürüp giden “diyalog” ve “koro” bölümlerinden oluşur. Eserin dramatik bölümlerini diyaloglar oluşturur. Korolar ise şarkı ve dansla söylenen lirik bölümlerdir.
  • Üç birlik kuralına uyulur.

Bu özellikleri içeren trajedi eserleri MÖ 6. yüzyılda eski Yunan’da verilmiştir. Ancak 17. yüzyılda Fransa’da Klasisizm akımının etkisiyle bu türün niteliklerini içeren eserler verilmiştir.
Günümüzde, trajediye benzeyen tiyatro çeşidi “melodram” dır. “Melodram”; cinayet, hıyanet, felâket, gibi ürkütücü, üzücü konulara ve beklenmedik olaylara yer vererek sonu ibretle bağlanan tiyatro eseridir.

Trajedi türünde eser vermiş en ünlü sanatçılar:

Trajedinin kurucusu Yunanlı Thespis (Kaynaklarda “Tepsis” olarak da geçer. MÖ 6. yüzyıl)’tir. En ünlü trajedi yazarları Eski Yunan’da Aiskhylos (Ayklos, MÖ 6. yüzyıl), Euripides (Öripides, MÖ 5. yüzyıl), Sophokles (Sofokles, MÖ 5. yüzyıl), Ennius (Enius, MÖ 3. yüzyıl); Klasik Fransız edebiyatında Corneille (Korneyl, MS 17. yüzyıl) ve Racine (Rasin, MS 17. yüzyıl)’dir.

Aşağıdaki trajedi sahnesi Euripides (Öripides)’in “Helene (Helen)” adlı eserinden alınmıştır.

Helene – Korkunç endişeler yetmiyormuş gibi şimdi de
dayanılmaz acılarla karşılaşan ey zavallı Helene! Bu
acıyı hangi hıçkırıklarla ifade edebilirsin? Bol gözyaşı
dökerek mi, iniltili şarkılar söyleyerek mi, yoksa mâtem
çığlıkları kopararak mı? Ah, ah! Ey, toprağın kanatlı bakireleri!
Ey, tatlı sesli Sirenler! (“Sirenler”, sarp kayalıklarda
tatlı şarkılar ile gemileri kendilerine çekip kazaya
uğratan deniz kızları.) Neden iniltilerime kavallarınızla
katılmak için koşup gelmiyorsunuz?
(Koro, Orkestra’ya girer.)
Koro – Erguvan renkli elbisemi güneşin altın ışıkları altıda
kurutmak için şu yakınlarda, menekşe renkli dalgacıkların
yanında, çimenlerin hafifçe kımıldadığı çayırlıkta,
henüz büyümemiş sazların arasında bulunuyorum.
Acıklı iniltiler ve bir ölüm şarkısı kulağıma çalındı. Ama
bu mâtem şarkısı sazla söylenmiyordu. Bu, ağlayan bir
kadının dudaklarından dökülüyordu. Bir su perisinin
ümitsiz bir sesle söylediği dağlarda yankılar yapan gurbet
şarkısına ne kadar benziyordu. Sevgi dolu haykırışlar,
kaya oyuklarında hâlâ yansıyor.
                                                                   (Euripides, Helene)

Örnek:

Aşağıdakilerden hangisi “klasik tragedya (tarajedi)”nın
bir özelliği değildir?
A) Konuların tarih ve mitolojiden alınması
B) Kişilerin soylu tabakadan seçilmesi
C) Kahramanın iç çatışmasının ve kamuoyunun koro ile yansıtılması
D) Çirkin ve korkunç olayların sahnede gösterilmesi
E) Üç birlik kuralına uyulması
                                                                   (1977)
Çözüm: Klasik trajedide konular tarih veya mitolojiden
alınır. Kişiler soylu tabakadan seçilir. Kahramanın iç
çatışması ve kamuoyu koro ile yansıtılır. Üç birlik kuralına
uyulur. Ancak klasik trajedide çirkin ve korkunç
olaylar sahnede gösterilmez.
                                                                     Cevap D

Örnek:

Tragedya türü ile ilgili olarak aşağıda verilen bilgilerden
hangisi yanlıştır?
A) Acıklı yönü ağır basan bir tiyatro türüdür.
B) Ana karakterlerin halktan olması en önemli özelliğidir.
C) Konuları mitolojiden ve tarihten alınır.
D) Zaman, yer ve olay birliği kuralına uyulur.
E) Klasik bir dil ve üslup anlayışıyla yazılır.
                                                        (1996 - ÖYS)
Çözüm: Tragedya, acıklı yönü ağır basan bir tiyatro türüdür.
Tragedyada konular mitolojiden ve tarihten alınır.
Zaman, yer ve olay birliği kuralına uyulur. Tragedya
klasik bir dil ve üslup anlayışıyla yazılır. Ancak tragedyada
ana karakterler halktan kişiler değil; krallar, kraliçeler,
saray eşrafı gibi soylu kimseler veya mitolojideki
tanrılar, tanrıçalar ve yarı tanrılardır.
                                                           Cevap B

Komedi (Komedya)

İnsanları güldürerek, eğlendirerek düşündürmeyi ve eğitmeyi amaçlayan tiyatro türüne “komedi (komedya)” denir. Komedya bireysel ve toplumsal aksaklıkları sergilerken güldürmeyi ve düşündürmeyi amaçlar.
Komedi aynı trajedide olduğu gibi Eski Yunan’da Bağ Bozumu Tanrısı Dionysos adına yapılan törenlerden doğmuştur. Sicilya’da yapılan bu törenlerde “komos” adı verilen eğlence alayları kurulurdu. Değişik kılıklara giren halk “flüt” çalan birinin arkasında türlü taşkınlıklar yaparak sokaklarda, kırlarda dolaşırdı. Zaman içinde bu kaba saba sözler, şakalar bir düzene kondu ve bunlara “fars” adı verildi. Daha sonra ise farsların etkisiyle sanat değeri taşıyan komediler yazıldı. Komedi terimi “cümbüş, alay” anlamına gelen “komos” sözcüğü ile “ezgi” anlamına gelen “ode” sözcüğünün birleşmesinden doğmuştur.
Aristoteles, komediyi “Poetika” adlı eserinde: “Komedi, ortalamadan daha aşağı, kötü olan karakterin taklididir. Bununla birlikte komedi, her kötü olanı taklit etmez; tersine gülünç olanı taklit eder. Bu ise soylu olmayanın bir bölümüdür. Çünkü gülünç olanın özü soylu olmayışa ve kusura dayanır.” sözleriyle açıklamıştır.
Kusuru ve gülünçlüğü toplumsal tabakanın en altında yer alan insanlara layık gören bir anlayışın ürünü olan komedide bu insanların zayıf yönleri olan korkaklık, riyakârlık, cimrilik, dalkavukluk, sinsilik gibi acayiplikleri seyirciyi güldürecek şekilde sahnede canlandırılır.
Komedya seyirciyi ahlak dışı eğilimler, kötü huylar, hatalı davranışlar, bozulmuş kurumlar üzerinde düşündürmeyi amaçlar. Böylece seyircinin bu gibi durumlara düşmemesi öğütlenir. Trajedi genelde yüksek tabakanın eğlencesi olurken halk kendi eğlencelerinden çıkan komedyayı daha çok sevmiştir.
Yunan tiyatrosunda komedyalar manzum olarak yani şiir şeklinde yazılmıştır. 17. yüzyıldan sonra ise mensur yani düzyazı şeklinde yazılan komediler ortaya çıkmıştır. Komedi türü tiyatrolar 17. yüzyıldan sonra yazılmaya başlanmıştır.
Komedi tiyatro türü, konularına göre kendi içinde üçe ayrılır.

a. Karakter komedisi: İnsan karakterinin gülünç ve eksik yönlerini, toplumun değer yargılarıyla çatışan aksak ve zayıf yanlarını anlatan komedilere “karakter komedyası” denir. Moliere’in “Cimri”, Shakespeare’in “Venedik Taciri” adlı eserleri karakter komedisine örnek olarak gösterilebilir.

b. Töre komedisi: Toplumun gelenek ve göreneklerinden kaynaklanan gülünçlükleri anlatan komedilere “töre komedyası” denir. Moliere’in “Gülünç Kibarlar”, “Bilgiç Kadınlar”; Beamarchais’in “Sevil Berberi”, “Figaro’nun Düğünü”; Gogol’un “Müfettiş”; Şinasi’nin “Şair Evlenmesi” adlı eserleri töre komedisine örnek olarak gösterilebilir.

c. Entrika komedisi: Olayların, seyircilerin merakını kamçılayacak, onları şaşırtıp güldürecek biçimde anlatıldığı komedilere “entrika komedyası” denir. Entrika komedilerine “vodvil” de denmektedir. Bu türde temel amaç güldürmektir. Eleştirel bir yaklaşım ya da düşündürme söz konusu değildir. Moliere’in “Scapin’in Dolapları”, “Zoraki Hekim”; Shakespeare’in “Yanlışlıklar Komedisi” adlı eserleri entrika komedisine örnek gösterilebilir.

Komedinin temel özellikleri: 
Komedi türü, trajedi türünün tamamen zıddı özelliklere sahiptir. Şimdi komedinin temel özelliklerini sıralayalım.

  • Amacı seyirciyi güldürme yoluyla düşündürme ve doğru yola yöneltmedir.
  • Konusunu günlük hayattan, sosyal olaylardan, sıradan insanların birbirleriyle olan ilişkilerinden alır.
  • Kahramanları sıradan insanlar, toplumun alt tabakasında bulunan kişilerdir.
  • Üslupta kusursuzluk aranmaz. Halk arasında kullanılan, herkesin anlayabileceği bir dil kullanılır.
  • Kaba sayılan sözlere, şakalara, argolara hatta küfürlü ifadelere rastlanabilir.
  • Manzum olarak (şiir şeklinde) yazılır. Ancak 17. yüzyıldan itibaren bazı komediler nesirle (düzyazı şeklinde) yazılmaya başlanmıştır.
  • Vurma, yaralama, kan akıtma, öldürme, intihar gibi çirkin olaylar sahnede seyircinin gözü önünde canlandırılır.
  • Beş perdelik oyunlardır. Ancak birbiri arkasından sürüp giden “diyalog” ve “koro” bölümlerinden oluşur. Eser ara vermeden oynanır, perde arası yoktur.
  • Üç birlik kuralına uyulur. Ancak komedilerde daha sonraları üç birlik kuralından vazgeçilmiştir. Komedideki bu değişim, Rönesans’tan beri devam etmektedir.

Komedi türünde eser vermiş en ünlü sanatçılar:

En ünlü komedi yazarları Eski Yunan’da Aristophanes (Aristofanes, MÖ 5. yüzyıl), Menandros (MÖ 4. yüzyıl), Terentius (MÖ 3. yüzyıl), Latin tiyatrosunda Plautus (Platus, MÖ 3. yüzyıl), Klasik Fransız edebiyatında Moliere (Molyer, MS 17. yüzyıl)’dir.

Aşağıdaki parçada Jourdain’in felsefe dersi alması anlatılmaktadır.

Mösyö Jourdain: – Her ne mümkünse öğrenmek istiyorum;
çünkü âlim olmaya çok hevesim var. Küçükken bana
her bilimi öğretmedikleri için anamla babama öyle kızıyorum
ki!
Felsefe Hocası: – Bu hissiniz makûl bir şey. Nam sine
doctrina vita est quasi motris imago; anladınız değil mi?
Tabiî Lâtince biliyorsunuz…
Mösyö Jourdain: – Evet, biliyorum; ama siz beni bilmiyor
farz edin de şunun ne demek olduğunu söyleyin!
Felsefe Hocası: – Anlamı şudur: Bilimsiz hayat, hemen
hemen ölümün bir hayalidir!
Mösyö Jourdain: – Lâtince’nin hakkı var!
Felsefe Hocası: – Bilimin bazı esaslarını bilir misiniz?
Mösyö Jourdain: – A… Elbette, okuyup yazmayı bilirim.
Felsefe Hocası: – Nerden başlayalım, nasıl arzu edersiniz?
Size mantık öğreteyim mi?
Mösyö Jourdain: – Bu mantık dediğiniz ne oluyor?
Felsefe Hocası: – A’mâl-i selâse-i akl’ı tâlim eden bilim.
Mösyö Jourdain: – A’mâl-i selâse-i akıl da kim oluyor?
                                                             (Moliere, Kibarlık Budalası)

Örnek:

Aşağıdakilerden hangisi klasik komedyanın özelliklerinden
biri değildir?
A) Karakterleri çoğunlukla üst tabakadan soylu kişilerden seçme
B) Konuları çağdaş toplumdan günlük yaşantıdan alma
C) Toplumsal çelişkilerin gülünç yanlarını vurgulayarak düşündürmeyi amaçlama
D) Vurma, yaralama gibi acı olayları izleyicinin gözü önünde canlandırma
E) Birbiri ardınca kesintisiz sürüp giden diyalog ve koro bölümlerinden oluşma
                                                                 (1992 - ÖYS)
Çözüm: Klasik komedyada karakterler üst tabakadan
soylu kişilerden değil de toplumun alt tabakasında bulunan
eğitimsiz veya sonradan görme olarak nitelenebilecek
sıradan insanlardan seçilir.
                                                                   Cevap A


Dram

Hem komik hem de acıklı olayları günlük hayatta olduğu gibi iç içe anlatan tiyatro türüne “dram” denir. Dram, trajedinin sıkı kurallarını yıkmak amacıyla trajediye bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. 19. yüzyılda hayatı bir bütün olarak ele alan anlayış Fransa’da dram türünü ortaya çıkarmıştır. Böylece dram sayesinde artık sahnede hayatın hem acıklı hem de gülünç yanları birlikte işlenmeye başlanmıştır.
Dram türünün ilk örneklerini Rönesans’ın yetiştirdiği büyük İngiliz sanatçı Shakespeare (Şekspir) 16. yüzyılda vermiştir. Shakespeare, klasik tiyatronun zaman ve yer birliği kuralını yıkmıştır. Ancak dram türünün kurallarını belirleyen ve ona karakteristik özelliklerini kazandıran Fransız sanatçı Victor Hugo olmuştur. Hugo, “Cromwel (Kromvel)” adlı eserin-de dramın özelliklerini açıklamıştır. Dram, tiyatronun evrimleşerek ulaştığı modern biçimidir. Trajedi ve komedinin özelliklerini karma olarak içerir.
Günümüzde dram hiçbir kurala bağlı değildir. Bu terim artık, konusunu hayattan alan bütün tiyatro eserleri için kullanılmaktadır. “Piyes, melodram, trajikomik, fantezi pastoral, feeri” dramın türleri arasında gösterilebilir.

Dramın temel özellikleri:

Dram türü, komedi ve trajedinin karma şekli gibidir. Şimdi bu türün temel özellikleri üzerinde duralım.

  • Konusunu günlük hayattan veya tarihin herhangi bir döneminden alır.
  • Hem acıklı hem de komik olaylar aynı oyun içinde bulunur.
  • Kahramanlar hem soylu kişilerden hem sıradan insanlar arasından seçilir.
  • Şiir ve düzyazı karışık şekilde bulunur.
  • Her türlü olay seyircinin gözü önünde canlandırılır.
  • Perde sayısı yazarın isteğine göre değişir.
  • Yalın, anlaşılır ve halkın konuştuğu dil kullanılır.
  • Üç birlik kuralına uyma zorunluluğu yoktur. Dramı, trajedi ve komediden ayıran önemli bir özelliktir bu.


Dram türünde eser vermiş en ünlü sanatçılar:
Dram türünün en ünlü sanatçıları arasında Rönesans dönemi tiyatro yazarlarından İngiliz edebiyatçı William Shakespeare (1564-1616), İspanyol sanatçı Lope de Vega (1562-1635): , Alman sanatçılar Herder (1744- 1803), Schiller (1759 - 1805) ve Goethe (1749-1832), Fransız sanatçı Victor Hugo (1802-1885) sayılabilir.
Aşağıdaki dram sahnesi William Shakespeare’in “Hamlet” adlı eserinden alınmıştır.

Hamlet – Acaba İskender de toprağın altında bu hâle
geldi mi?
Horatio – Ebette.
Hamlet – Böyle koktu mu? Püf! (Kafatasını yere bırakır.)
Horatio – Elbette, efendimiz.
Sonunda kim bilir, ne bayağı işler için kullanılıyoruz Horatio
(Horasyo)? İskender’in o soylu toprağının bir fıçı
deliğine tıkaçlık edebileceği neden düşünülmesin?
Horatio – Böyle düşünmek, aşırı inceye gitmek olur.
Hamlet – Yoo, hiç de değil. Yeter ki bu tahmin abartılmasın,
ortada böyle bir olasılık bulunsun. Sözgelimi,
şöyle düşünülebilir: İskender öldü, İskender gömüldü,
İskender toprak oldu. Topraktan balçık yapılır. Eh, İskender’in
karıştığı o balçıktan da neden bira fıçısına tıkaç
yapmasınlar?
Haşmetli Caesar (Sezar) ölüp torak olduktan sonra
Rüzgârı tutmak için sıva olur pekâlâ
Bir zamanlar dünyayı titreten o kasırga
Kış rüzgârına karşı duvara sıvansa
Ama susalım, bir yana çekilelim, bak, kral geliyor!
                                                            (William Shakespeare, Hamlet)

Örnek:

Aşağıdaki dizelerin hangisinde şiirsellik daha sınırlıdır?
A) Deniz engin bir sudur, tuzlu, yeşil, dalgalı
     Kenarlarını süsler bazen küçük bir yalı
B) Ellerim takılırken rüzgârların saçına
     Asıldı arabamız bir dağın yamacına
C) Bir cümbüştür kopsa da gece yakamozlarda
     Münzevi balıklarız aynı kavanozlarda…
D) Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
     Benim mi Allahım bu çizgili yüz?
E) Bir göz gibi süzüyor beni camdan gece,
     Dönüyor etrafımda bir sürü kambur cüce
                                                       (2011 - LYS)
Çözüm: Şiirsellik, şiirin dil ve anlatım özellikleriyle ilgilidir.
Bu da imgelerle, söz sanatlarıyla, sözcüklerin ilk
anlamı dışında kullanılmasıyla, anlatımın çok anlamlılığa
açık olmasıyla sağlanır. Bu şekilde bir anlatım
B’de “rüzgârın saçı”, C’de “cümbüştür, balıklarız”,
D’de “kar mı yağdı, benim mi?”, E’de ise “göz gibi,
gece, kambur cüce” sözleriyle sağlanmıştır. Bu
sözlerde ya sanat, ya yoruma açık anlamlar ya da
imge söz konusudur. Oysa A’daki dizelerde sözcükler
kendi anlamlarında kullanılmıştır. Söz sanatı veya
imgesel anlatımda yoktur.
                                                                 Cevap A

Örnek:

Ne sabahtır bu mavilik, ne akşam!
Uyandırmayın beni, uyanamam.
Kaybolmuş sevdiklerimiz aşkına,
Allah aşkına, gök, deniz aşkına
Yağsın kar üstümüze buram buram…

Bu dizelerle ilgili olarak aşağıdakilerden hangisi
söylenemez?

A) Hece ölçüsüyle yazılmıştır.
B) Redife yer verilmiştir.
C) Farklı uyak türleri kullanılmıştır.
D) Seslenmelerden yararlanılmıştır.
E) Yinelemelerden yararlanılmıştır.
                                                         (2009 - ÖSS)
Çözüm: Dizelerdeki hece sayısı eşittir. “aşkına” sözcükleri
rediftir. “Allah aşkına, uyandırmayın beni” sözlerinde
seslenme vardır. “aşkına ve buram” sözlerinde yinelemeler
vardır. Şiirde tam uyak vardır. Bu nedenle farklı
uyak türlerininin kullanıldığı söylenemez.
                                                         Cevap C

Örnek:

I. Ovanın yeşili göğün mavisi
Ve mimarilerin en ilahîsi
Bir zafer müjdesi burada her isim:
Sanki tek bir anda gün, saat, mevsim
Yaşıyor sihrini geçmiş zamanın
Hâlâ bu taşlarda gülen rüyanın.
Güvercin bakışlı sessizlik bile
Çınlıyor bir sonsuz devam vehmiyle.

II. Dalga dalga hücum edip pişmanlıklar
Unutuşun o tunç kapısını zorlar
Ve ruh, atılan oklarla delik deşik;
İşte, doğduğun eski evdesin birden,
Yolunu gözlüyor lamba ve merdiven,
Susmuş ninnilerle gıcırdıyor beşik
Ve cümle yitikler, mağluplar, mahzunlar…

Aşağıdakilerden hangisi yukarıda verilen şiirlerin
ortak özelliği değildir?
A) Aynı uyak örgüsünü kullanma
B) İmgelere yer verme
C) Bentlerle yazılma
D) Çağrışımlar içerme
E) Söz sanatlarından yararlanma
                                                      (2011 - LYS)
Çözüm: İlk bölümdeki “Hâlâ bu taşlarda gülen
rüyanın / Güvercin bakışlı sessizlik bile” dizeleri ile,
ikinci bölümdeki “Unutuşun o tunç kapısını zorlar”
dizesinde hem imge hem söz sanatı vardır. İki bölüm
de bentlerle yazılmıştır. İmgesel anlatımda çağrışımlar
da söz konusudur. Ancak iki bentin uyak örügüs ortak
değildir. İlk bölümde düz uyak varken ikinci bölümde
düz uyak örgüsü yoktur.
                                                             Cevap A

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder