Öğrenci Topluluğu ve Ders Notları

Öğrenciler Platformu

REKLAM ALANI

13 Ocak 2017 Cuma

Şiirin Biçimsel Özellikleri


ŞİİRİN BİÇİMSEL ÖZELLİKLERİ

Nazım birimi, nazım biçimi, ölçü, uyak, redif şiirin biçimsel ögeleridir. Şimdi şiirin “dize, beyit, kıta, dörtlük, ölçü, kafiye, redif, kafiye örgüsü” gibi biçimsel ögelerini inceleyelim.

NAZIM BİRİMİ

Bütün sanat ürünlerinde olduğu gibi, şiirde de iki temel unsur vardır. Bunlar “biçimsel (dış)” ve “içeriksel (iç)” olarak sınıflanabilir. Biçimsel unsurların başında nazım birimi gelir. Şiiri oluşturan dize kümelerine “nazım birimi” denir. Nazım birimi, nazım şekillerini belirlemede ölçü olarak kullanılır. Şiirde en küçük nazım birimine “mısra (dize)” adı verilir. “Dize”nin yanında “beyit, dörtlük, bölüm” gibi nazım birimleri vardır. İslâmiyet’ten önceki Türk şiirinde ve nalk şiirinde “dörtlük”, klasik Türk şiirinde (divan şiiri) “beyit”, çağdaş Türk şiirinde ise “dize” nazım birimi olarak kullanılmıştır.

1. Dize (Mısra)

Şiirde her satıra “dize (mısra)” denir. Arapça kökenli bir sözcük olan “mısra”nın Türkçedeki karşılığı “dize”dir. Dize, şiirin temel birimidir. Bütün şiirler dizelerden meydana gelir. Bir dize, nesirdeki cümlenin karşılığı sayılır.


  • Bir şiire bağlı olmayan ve başlı başına bir anlamı olan dizelere “mısra-ı âzâde (bağımsız dize)” denir.
  • Gerek bir şiire bağlı gerekse bağımsız nitelikte olan öz ve güzel anlamlı, kolayca ezberlenip hatırlanabilen, sağlam kurulmuş dizelere “seçkin dize” anlamında “mısra-ı berceste” veya “şah mısra” denir.
  • Halk şairleri dize için genellikle “satır” terimini kullanır. Bir beytin birinci dizesine “üst satır”, ikinci dizesine ise “alt satır” denir.
Ahmet Hamdi Tampınar’a ait olan aşağıdaki “Sabah” şiirine ait bölüm 6 dizeden oluşmuştur.


Serin rüzgârlara pencereni aç!
Karşında fecirle değişen ağaç,

Bak, seyret ağaran rengini ufkun
Mahmur gözlerinde süzülsün uykun.

Bırak saçlarınla oynasın rüzgâr,
Gümüş çıplaklığı bir başka bahar

2. Beyit

İki dizeden oluşan ve bir bütünlük gösteren bölümlere “beyit” denir. Divan şiirinin temel nazım birimidir. Aynı ölçüde ve anlamca birbiriyle ilgili yakın iki dizeden oluşur. 
Şeyh Galip’e ait olan aşağıdaki gazel, 9 beyitten meydana gelmiştir.

Döktü omuzdan poşu saçağını
Açtı gönüller deli bayrağını

Ay yenisi gökte ne ülker satar
Değmeyicek kestiği tırnağını

Gözceğizim boyamak ister benim
Al boyanıp kan ile dudağını

Saldı gönül illerine âfeti
Kurdu göz ırmağına otağını

Nice tabur dağıtır ol yosmanın
Saç dağıtıp eğmesi kalpağını

İçip içip kendi elinden anın
Duramayıp öpmüşüm ayağını

Çok sürünüp gözlemişim özleyip
Ayağının izini toprağını

Vermedi bir kimseye Gâlib geçit
Kanda çevirdiyse söz ırmağını

Hazret-i Mollâ’yı bilenler bilir
Bilmeyenin kim çeke kulağını

3. Bölüm (Küme, Bent)

İkinin üstünde bütünlük oluşturan dizelere “bölüm (küme, bent)” denir. 
Ahmet Haşim’e ait olan aşağıdaki “Karanfil” şiiri üçer dizelik iki bölümden (bent, küme) oluşmuştur.

Yârin dudağından getirilmiş
Bir katre alevdir bu karanfil
Rûhum acısından bunu bildi!

Düştükçe vurulmuş gibi yer yer
Kızgın kokusundan kelebekler
Gönlüm ona pervane kesildi

4. Dörtlük

Dört dizeden oluşan kümeye “dörtlük” denir. Bir konu etrafında toplanmış dört dize kümesinden oluşan dörtlükler halk edebiyatının temel birimlerinden biridir. Bunlar, düzyazıdaki paragraf gibidir. Necip Fazıl Kısakürek’e ait olan aşağıdaki “Beklenen” şiiri de iki dörtlükten meydana gelmiştir.

Ne hasta bekler sabahı,
Ne taze ölüyü mezar,
Ne de şeytan, bir günahı,
Seni beklediğim kadar.

Geçti, istemem gelmeni,
Yokluğunda buldum seni;
Bırak vehmimde gölgeni,
Gelme, artık neye yarar?

5. Kıt’a

Bir şiirde ikiden fazla dizenin (3,4,5...) oluşturduğu bölüme “bent” veya “kıt’a” denir. Nazım birimi için yaygınlıkla ve yanlışlıkla (galat-ı meşhur) kıt’a sözcüğü de kullanılır. Aslında kıt’a Türk edebiyatında bir nazım biçiminin adıdır. Kıt’a ile dörtlük karıştırılmamalıdır. Dörtlükte dört dize vardır. Kıt’a da ise dörtten az veya fazla dize bulunabilir. 
Arif Nihat Asya’ya ait olan aşağıdaki “Anne” şiiri kıt’alardan oluşmuştur.

İlk kundağın
Ben oldum, yavrum;
İlk oyuncağın
Ben oldum!
Acı nedir
Tatlı nedir... bilmezdin...
Dilin damağın
Ben oldum!
Elinin ermediği
Dilinin dönmediği
Çağlarda, yavrum
Kolun kanadın
Ben oldum
Dilin dudağın
Ben oldum
Belki kıskanırlar diye
Gördüklerini
Sakladım gözlerden
Gülücüklerini...
Tülün duvağın
Ben oldum!
Artık isterlerse adımı
Söylemesinler bana
“Onun annesi” diyorlar...
Bu yeter sevgilim, bu yeter bana!
Bir dediğini iki
Etmeyeyim diye öyle çırpındım ki
Ve seni öyle sevdim sana
O kadar ısındım ki
Usanmadım, yorulmadım, çekinmedim
Gün oldu, kırdın...
İncinmedim;
İlk oyuncağın,
Ben oldum, yavrum
Son oyuncağın
Ben oldum...
Layık değildim
Layık gördüler
Annen oldum yavrum,
Annen oldum!

Bu şiirde 1., 2., 5. ve 7. kıt’alar dörder dizeden; 3. kıt’a 7 dizeden; 4. kıt’a 6 dizeden; 6. kıt’a ise 11 dizeden oluşmuştur.

NAZIM BİÇİMİ (NAZIM ŞEKLİ)

Bir yapıt ya da yazınsal yaratının dışsal yapısına, içerik dışında kalan ögelerine “biçim (şekil)” denir. Manzumelerin uyak örgüsü, nazım birimi, ölçüsü ve konusuna göre kazandığı dış özelliğin genel adına ise “nazım biçimi (şekli)” denir.
  • Halk edebiyatında nazım biçimi olarak “destan, koşma, semai, varsağı, mâni, türkü, ilahi, nefes, şathiye vb.” kullanılmıştır.
  • Klasik Türk edebiyatında (divan edebiyatı) nazım biçimi olarak “gazel, kaside, mesnevi, mersiye, muhammes, müseddes, terbi, müstezat, terkibibent, terciibent, rubaî, murabba, şarkı, tuyuğ vb.” kullanılmıştır.
  • Tanzimat sonrası Türk edebiyatında ise Batı’nın etkisiyle yeni nazım biçimleri olarak “sone, terza-rima, serbest müstezat” gibi biçimler karşımıza çıkar.
Bütün bu nazım biçimleri, edebî dönemler işlenirken ayrıntılı olarak anlatılacaktır.

ŞİİRDE AHENK (SES VE RİTİM)

Ahenk, uyum demektir. Şiirde ahenk, birbiriyle uyumlu seslerin belli bir ritimle bir arada kullanılmasıyla sağlanır. Şiirde ahengi sağlayan ses ve ritim unsurların başında ölçü, uyak, redif gelir.

ÖLÇÜ

Şiirde, manzum yazıda ahengi sağlamak için ölçüye başvurulur. “Aruz ölçüsü” ve “Hece ölçüsü” olmak üzere iki çeşit ölçü vardır. Bir de “serbest tarz”da yazılan ölçüsüz şiirler vardır.

1. Aruz Ölçüsü (Vezni)

Şiirlerdeki dizelerin, hecelerin uzunluk ve kısalık durumlarına göre hazırlanmış aruz kalıplarına, ses ahengi bakımından uymasını esas alan ölçüye “aruz ölçüsü (vezni)” denir. Aruz vezniyle yazılmış bir şiirin dizelerinde hece sayısı bakımından denklik aranmaz. Dize içinde hecelerin açıklık-kapalılık (kısalık-uzunluk) gibi ses değeri bakımından denk olması gerekir. Aruz, Arap edebiyatına ait bir ölçüdür. Onlardan Acem (Fars, İran) edebiyatına, onlardan da Türklerin İslâmiyet’i kabul etmesinden sonra Türk edebiyatına geçmiştir. Türk edebiyatında aruz ölçüsüyle yazılmış olarak elimizde bulunan ilk yapıt, Yusuf Has Hacib’in “Kutadgu Bilig (Mutluluk Veren Bilgi)” adlı eseridir.
Bu ölçü, Türk edebiyatında özellikle divan şiirlerinde kullanılmıştır. Divan edebiyatı döneminde kullanılan klasik aruz ölçüsünün üç temel kuralı vardır:
  • Bir şiirde bir tek kalıp kullanılır, yani şiir hangi kalıpla başlamışsa o kalıpla biter.
  • Kafiye göz içindir yani kafiye yapılacak seslerin yazılış ve okunuşlarının aynı olması gerekir.
  • Kafiye yapılacak sözcüklerin aynı türden olması gerekir yani isimlerle isimler, fiillerle filler... kafiye oluşturabilir.
Aruz, Arap diline dayanır ve bu dilin özelliklerine göre kullanılır. Türkçe, Arapçada olduğu gibi uzun sesler içermez. Bu nedenle aruzu kullanan şairler bazı sıkıntılar yaşamışlardır. Aruzun Türkçeye uygulanmasında birçok hata, zorlama görülür. Şairler şiirlerinde ölçüye uyabilmek için pek çok Arapça ve Farça sözcüğü Türk diline sokmuşlardır. Tanzimat’tan sonra özelikle Fransız edebiyatı, Türk edebiyatını da derinden etkilemiştir. Türk edebiyatı da değişmeye başlamış, aruz-hece tartışmaları ortaya çıkmıştır. Arap, Fars ve Türk şairleri tarafından ortak şiir tekniği olarak kullanılan aruz ölçüsünün temel kuralları 19. yüzyılda yıkılmıştır. Yeni bir aruz anlayışı ortaya çıkmıştır. Aruz bu dönemden itibaren Tevfik Fikret, Mehmet Akif ve Yahya Kemal ile tamamen “Türk Aruzu” hâline gelmiştir. 1908 yılında başlayan aruz-hece tartışmasından hecenin galibiyetle çıkması, dilde de sadeleşme akımını başlatmıştır. Cumhuriyet döneminde ise hece ölçüsü aruza kesin bir üstünlük sağlamış, çok yaygın şekilde kullanılmıştır.

Aruz Heceleri

Aruz ölçüsünde bütün sözcüklerdeki heceler, açık ve kapalı heceler olmak üzere iki kümede toplanabilir.
a. Açık-kısa hece: “a, e, ı, i, o, ö, u, ü” sesli harflerinden biriyle (vokal) biter. Üstlerinde uzatma işareti (^) bulunmaz. Bu seslerin önüne “ba, su, sı, ci” gibi bir ünsüz gelmesiyle oluşan hecedir. Kısa okunur yani yarım ses değerindedir. Açık heceler nokta (.) işareti ile gösterilir.

Ya-tı-lı     A-ra-ba-lı     A-na-do-lu   Kö-yü-ne
  .  .  .         .  .     .   .       .   .    .     .     .      .    .

Şimdi açık heceleri tek tek görelim:
  • Üzerinde uzatma işareti bulunmayan “a, e, i, u, ü” gibi yalnız bir ünlüden oluşan heceler açık hecedir.
  • Bir ünlü ve üzerinde uzatma (^) işareti olmayan bir ünsüz harften kurulan “bu, sa, rü, to, de, kö” gibi heceler açık hecedir.
  • “Kâ-ğıt” sözcüğünün ilk hecesindeki “kâ” hecesinde olduğu gibi bir ünsüz ve üzerinde inceltme işareti (^) bulunan heceler açık hecedir. Tekrar hatırlatalım, ünlü harfte uzatma değil, inceltme işareti olmalıdır. Uzatma işareti olursa kapalı hece olur, uzun okunur.
b. Kapalı-uzun hece: Uzun okunan ya da ünsüzle biten hecelerdir. Bu heceler tam ses değerindedir. Kapalı heceler çizgi işareti (-) ile gösterilir.

Kaç, gül, son, yük, â, û, î
  –      –     –      –     – – –

Kapalı (uzun okunan) heceler değişik şekillerde oluşabilir:
  • Arapça ve Farsçadan gelen “â, û, î” gibi üzerinde uzatma işareti bulunan, sesli harflerden oluşan heceler uzun hecedir.
  • İçinde uzatma işareti (^) bulunmayan seslerden meydana gelen, ünsüz bir harfle biten “al, es, uç, ot” gibi bir ünlü ve bir ünsüz harften kurulan heceler kapalı hecedir.
  • Ünsüz harfle başlayan ve üstünde uzatma işareti (^) bulunan bir ünlü harfle biten “bâ, lâ, tû, sî” gibi heceler uzun hecedir.
  • Bir ünsüz, bir ünlü ve bir ünsüzden oluşan “yat, kıs, kin, gör, sev, son, dur” gibi heceler kapalı hecedir.
  • İki ünsüzün sonda ve yan yana bulunduğu “alt, ört, üst” gibi heceler kapalı hecedir.
  • Bir ünsüz harfin, bir ünlü harfin ve yan yana iki ünsüz harfin bir araya gelmesiyle kurulan “Türk, kork, yurt, sırt” gibi heceler kapalı hecedir.
  • “Dük-kân” sözcüğünün ikinci hecesindeki “kân” hecesinde olduğu gibi bir ünsüz harf ile, üzerinde inceltme işareti (^) bulunan bir ünlü harfin ve bir ünsüz harfin bir araya gelmesiyle oluşan heceler kapalı hecedir. Bunlar bir tam ses değerindedir. Seste uzatma değil, incelteme işareti olmalıdır. Uzatma işareti olursa, hece bir buçuk ses değerinde olur.
  • Dize sonlarındaki bütün heceler, açık da olsa, kapalı hece sayılır ve çizgi (–) ile gösterilir.
c. Birleşik hece: Arapça ve Farsçadan gelen bazı sözcükler birleşik hece sayılır. Bu hecelerin ses değeri bir tam ses ve bir yarım sestir. Yani bunlar bir buçuk ses değerindedir. Birleşik heceler bir çizgi ve bir nokta (–.) şeklinde gösterilir.

âb, yâr, rûz
 –.   –.    –.

Şimdi birleşik heceleri ayrıntılı olarak görelim:
  • Arapça ve Farsçadan gelen, ilk harfi ünlü ve uzun olan, ikinci harfi ise ünsüz olan “âb, ûl” gibi heceler bir buçuk ses değerinde olan birleşik hecelerdir.
  • Arapça ve Farsçadan geçen, bir ünsüz harf ile, üzerinde uzatma işareti (^) bulunan bir ünlü ve bir ünsüz harfin bir araya gelmesiyle oluşan “hâl, yâr, rûz” gibi heceler birleşik hece sayılır.
  • Arapça ve Farsçadan geçen bir ünsüz harf ile, bir ünlü ve iki ünsüz harfin bir araya gelmesiyle oluşan “çeşm, aşk, şevk” gibi heceler birleşik hece sayılır.

Aruz Kusurları

Aruz ölçüsünde esas olan, dizelerde alt alta gelen hecelerin, uzunluk-kısalık yani ses değeri bakımından denk olmasıdır. Türkçenin dil yapısı, aruzun bu özelliğine uymaz. Çünkü Türkçede uzun sesli harf yoktur. Dolayısıyla Türk şiirinde aruza ait bu denklik, her sözcükte sağlanamayabilir. Bu bağlamda, ses denkliğini sağlamak ve heceleri ölçüye uydurmak için bazı heceler değişikliğe uğratılır. Bu değişikliğe “aruz kusurları” denir. Şimdi belli başlı aruz kusurları üzerinde duralım.

a. İmale (çekme, uzatma): Kısa olan bazı hecelerin ölçüye uydurulması için uzun okunmasına denir.

Nedim’e ait olan aşağıdaki beyitte, altı çizili yerlerde imale yapılmıştır.

Döğülmeğe söğülmeğe koğulmağa bi’llâh
Hek kâilim ammâ ki efendim senin olsam

Bu beytin ölçüsü, “mef’ûlü mefâ’îlü mefâ’îlü fa’ûlün” dür. Birinci dizede peş peşe gelen sözcüklerde imaleli 3 hece vardır. Bunların uzun oklunmasıyla sevgiliye karşı boyun eğiş, onun her türlü eziyetine gönül rızasıyla katlanış canlı biçimde anlatılmaktadır.

b. Zihaf (kısma): İmalenin tersidir. Arapça ve Farsça sözcüklerdeki uzun heceyi, ölçünün gerektirdiği yerde kısa hece gibi okumaya denir.
Fuzulî’ye ait olan aşağıdaki beyitte altı çizili yerlerde zihaf yapılmıştır.

Can verme gam-ı aşka ki aşk âfet-i cândır
Aşk âfet-i cân olduğu meşhûr-ı cihândır

Bu beytin ölçüsü, “mefûlü mefâîlü mefâîlü feûlün” dür. Beyitte “cândır” sözcüğünün ilk, “cihândır” sözcüğünün ise ikinci hecesi bir buçuk ses değerindeyken ( _. ) bu heceler ölçüye uyması için yarım ses (.) kısaltılır ve bir ses ( _ )olarak okunur.

c. Med (kabartma):
Aruzda ritim denen iç ahengi sağlamak amacıyla iki heceyi bir hece durumuna getirmek, yani bir tam sesi bir buçuk sese yükseltmektir. Med, her zaman bir uzun hece ve onu takip eden kısa hece arasında yapılır. Yani med, iki kapalı hece arasında bir açık hece bulunması gerektiğinde sonu bir uzun ünlü ve bir ünsüzle biten birinci heceyi imaleden biraz daha uzun okumaktır.
Nef’î’ye ait olan aşağıdaki beyitte yer alan altı çizili sözcükte med vardır.

Ağyâra nigâh etmediğin nâz sanırdım
Çok lutf imiş ol âşıka ben az sanırdım

Bu beytin ölçüsü, “mef’ûlü mefâ’îlü mefâ’îlü fa’ûlün” dür. İkinci dizedeki “az” sözcüğünde med vardır.

d. Vasl (ulama, ulaştırma, liyezon): 
Kapalı bir heceyi açık hâle getirmek için, son hecesi ünsüz bir harfle biten bir sözcüğün, kendinden sonra gelen ve ilk hecesi ünlü olan sözcüğe kendiliğinden bağlanması ve iki sözcüğün tek sözcük gibi okunmasıdır. Ulama aslında bir kusur sayılmaz, çünkü şiirdeki musikiyi artırır.
Şeyhülislâm Yahya’ya ait olan aşağıdaki beyitte, altı çizili yerlerde ulama vardır.

Bülbüller öter güller açar şâd gönül yok
Hiç böyleliğin görmemişiz fasl-ı bahârın

Bu beytin ölçüsü, “mef’ûlü mefâ’îlü mefâ’îlü fa’ûlün” dür. İlk dizenin iki yerinde “bülbüller öter (bülbülle-röter)” sözcükleri ile güller açar (gülle-raçar)” sözcükleri arasında ulama vardır. Eğer bu sözcükler ulama yapılmadan okunursa ölçü bozuk olur. Ölçüyü düzeltmek için sözcüklerdeki heceleri birbirine bağlayarak okumak gerekir. Ancak ulama, bir aruz kusuru sayılmaz.

e. Kasr (kısaltma, inceltme): 
Uzun heceyi hafifletmek, inceltmektir. Aruzda uzun olan “mâh, şâh, nigâh” gibi bir sözcüğü hafifleştirerek “meh, şeh, nigeh” şeklinde okumaktır. “İstanbul” gibi kimi özel adların “Stanbul” şeklinde okunması da kasr ile ilgilidir.
Bakî’ye ait olan aşağıdaki beyitte altı çizili yerde kasr yapılmıştır.

Ol şeh-süvâr-ı mülk-i saâdet ki rahşına
Cevlan deminde arsa-i âlem gelirdi teng

Bu beytin ölçüsü, “mef’ûlü fâ’îlâtü mefâ’îlü fa’ilün”dür. İlk dizedeki, aslında uzun olan “şâh-süvar” sözcüğü ölçüye uymak için “şeh-suvâr” biçiminde kılsatılarak okunur.
Nedim’e ait olan aşağıdaki beyitte altı çizili sözcükte kasr yapılmıştır.

Bu şehr-i Stanbûl ki bî misl ü bahâdır
Bir sengine yek-pâre Acem mülkü fedâdır

Bu beytin ölçüsü, “mef’ûlü mefâ’îlü mefâ’îlü fe’ûlün” dür. İlk dizedeki “İstanbul” sözcüğün ölçüye uyması için “Stanbul” şeklinde okunması gerekir.

f. Sekt-i melîh (Güzel kesme): 
Sözlük anlamı “güzel kesme”dir. Yalnız “mef’ûlü mefa’ûlün” kalıbında yapılır. Bu parçalardaki “-lü” ve “me-” açık hecelerinin birleşerek bir uzun hece oluşturmasıyla bir uyum kesikliği meydana getirmektir. Bu durumda ölçü “mef’ûlün fa’ûlün fa’ûlün” biçimine girer.
Yahya Kemal Beyatlı’ya ait olan aşağıdaki beytin ikinci dizesinde sekt-i melîh vardır.

Bir yoldu parıldayan gümüşten
Gittik…. Bahs açmadık dönüşten

Örnek:
Aşağıdaki dizelerin hangisinde bir ulama vardır?
A) Geçmiş zaman olur ki hayâli cihan değer
B) Gönüldendir şikâyet kimseden feryâdımız yoktur
C) Gördüm deniz dedikleri bin başlı ejderi
D) Bâki kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş
E) Ben tâ senin yanında dahi hasretim sana
(1997 - ÖYS)

Çözüm: Ulama, son hecesi ünsüz bir harfle biten bir
sözcüğün, kendinden sonra gelen ve ilk hecesi ünlü
olan sözcüğe kendiliğinden bağlanması ve iki sözcüğün
tek sözcük gibi okunmasıdır. Böyle bir durum A
seçeneğinde söz konusudur. Çünkü ünsüzle biten
“zaman” sözcüğü ve ünlü ile başlayan “olur” sözcüğü
şiir okunurken “zama-nolur” şeklinde ulanabilir.
Cevap A

Takti 

Aruz ölçüsüyle yazılmış bir şiirdeki ölçüyü belirleyebilmek için şiiri oluşturan hecelerin (.) veya (–) işaretiyle gösterilmesine ve kalıplarının bulunmasına “takti” denir. Takti, öçlünün parçalarını belirlemeyle ilgilidir.
Dizenin son hecesinde açıklık-kapalılık aranmaz. Çünkü bu heceler her zaman uzun olarak kabul edilir ve çizgi ile (–) gösterilir. Takti yapılırken sözcükler başından, ortasından veya sonundan bölünebilir.

“Takti”ye birkaç örnek verelim şimdi.

Bu harmanın gelir sonu kapıştırın gider ayak
Yarın bakarsınız söner bugün çatırdayan ocak
  . –       . – /  . –     . – /   .   –     .  – / . –     . –
mefâ’ilün / mefâ’ilün / mefâ’ilün / mefâ’ilün
                                           (Tevfik Fikret, Hân-ı Yağma)

Açılmaz ne bir yüz ne bir pencere
Bakıldıkça vahşet çöker yerlere
 .   –   – / .    –   – / .   –     – / . –
fa’ûlün / fa’ûlün / fa’ûlün / fa’ûl
                                            (Tevfik Fikret, Yağmur)

Geldi köy kızları el bağladılar
Diz çöküp ağladılar ağladılar
   .    .   –   – / . .   –   –  / .  . –
fe’ilâtün / fe’ilâtün / fe’ilün
                                             (Yahya Kemal Beyatlı, Nazar)

Aruz Kuralları
Bir şiirin ölçüsü bulunurken şu işlemler yapılır:

  • Farsça tamlama eki olan “-i” ile “ve” anlamındaki “ü, vü” bağlacı vezin gereği uzun da kısa da olabilir.
  • Bir şiirin vezni en az iki dizeden hareket ederek bulunabilir. Tek dizeye bakarak vezin bulunmaz.
  • Hecelerin açık kapalı değerleri karşılıklı kontrol edilir. Önce imkân varsa ulama, yoksa imale yapılır. Zihaf çok az bulunduğu için en son o ihtimal düşünülür.
  • Aruzla yazılmış dizelerin son heceleri her zaman uzun sayılır.
  • Aruz ölçüsünde üç tane kapalı hece, yani kısa okunan hece yan yana gelmez çünkü buna uygun bir aruz kalıbı yoktur.
  • Aruz vezninde tef’ileler heceleri bölebilir. Hece ölçüsündeki gibi okuyuşta tef’ilelerde durgu yapılmaz.
2. Hece Ölçüsü
 Her dizedeki hece sayısının eşitliğine dayanan ölçüye “hece öçlüsü” denir. Hece ölçüsüyle yazılmış bir şiirde ilk dize kaç heceden oluşmuşsa onu takip eden diğer dizeler de aynı sayıdaki heceden oluşur. Hece ölçüsündeki bütün heceler eşittir. Bu ölçüde açık-kapalı, uzun-kısa hece ayrımı yoktur. Her ölçü, bağlı olduğu dilin yapısından doğar. Hece ölçüsü Türk dilinin bir ürünüdür ve doğal olarak Türkçenin dil yapısına en uygun ölçüdür. Türklere aittir. Türk halk edebiyatının millî ölçüsü, hece ölçüsüdür. Türkler İslâmiyet sonrasında aruzla tanışana kadar hep bu millî ölçüyü kullanmışlardır. Türkler Anadolu’ya geçerken edebiyatlarını dolayısıyla da hece ölçüsünü de bu topraklara taşımışlardır. Özellikle halk edebiyatında ozanlar ve tasavvuf edebiyatındaki büyük sanatçılar hece vezniyle eserler vermişlerdir. Tanzimat döneminde ise hece vezni kent kültürüne de girmeye başlamıştır. Özellikle Namık Kemal, Ziya Paşa gibi sanatçılar bu ölçüye sıcak bakmışlar ancak şiirlerinin büyük çoğunluğunu divan edebiyatından alışkın oldukları aruz ölçüsüyle yazmışlardır.
Ancak hece ölçüsü asıl taraftarlarını Millî Edebiyat Döneminde bulmuştur. Tevfik Fikret’in çocuklar için yazdığı “Şermin” adlı eser, hece ölçüsüyle yazılan ilk eser sayılabilir. Sonra, Millî Edebiyatın öncülerinden kabul edilen Mehmet Emin Yurdakul’un sade dil ve hece vezniyle yazdığı ilk şiirleri 1897’de Servet-i Fünun dergisinde yayımlanmıştır. “Servet-i Fünun” cularla aynı dönemde eser vermesine rağmen heceyi en güzel şekilde kullanan bir diğer sanatçı da Rıza Tevfik Bölükbaşı olmuştur.
1911’de Genç Kalemler dergisi etrafında toplanan Ziya Gökalp, Ömer Seyfettin, Ali Canip Yöntem gibi Millî Edebiyatçılar hem dilde sadeleşmeyi hem de şiirde hece veznini savunmuşlardır. Millî Edebiyat akımının etkisiyle Beş Hececiler şiirlerini hece vezniyle yazmışlar ve bu ölçüyü geliştirmişlerdir. Cumhuriyet Döneminde artık aruz öçlüsü etkisini tamamen yitirmiş ve neredeyse bütün şairler şiirlerini hece ölçüsüyle yazmışlardır.
Hece ölçüsünde iki temel özellik vardır.

a. Dizelerdeki hece sayısı: Hece ölçüsüyle yazılmış bir şiirin bütün dizeleri eşit sayıda heceden oluşur. Dizedeki hece sayısına “kalıp” denir. Hece sayısının eşitliği o dizenin ölçüsünü, kalıbını gösterir. Bir dize kaç heceden oluşuyorsa o dizenin kalıbı odur. Örneğin bir dize yedi heceden oluşuyorsa o dize yedili hece kalıbıyla yazılmış demektir.


Bu yol uzaktır (5 hece)
Menzili çoktur (5 hece)
Geçidi yoktur (5 hece)
De rin su lar var (5 hece)
 1    2   3   4   5

Yunus Emre’ye ait olan bu şiirin dizelerine bakıldığında her bir dizenin beş (5) heceden oluştuğu görülmektedir. Öyleyse bu şiir beşli (5’li) hece kalıbıyla yazılmıştır.

b. Durgulanma ve durak: Hece ölçüsüyle yazılmış bir dizenin belli bölümlere ayrılmasına “durgulanma”, bu bölümlerin yerlerine de “durak” denir. Hece ölçüsündeki “durak”, aruz ölçüsündeki “takti”nin karşılığı sayılabilir. Ancak “takti”de sözcükler başından, sonundan veya ortasından bölünebilirken hece ölçüsünde “durak” yapılırken sözcükler bölünmez.
Durak, şiir okunurken kulakta uyumlu bir izlenim bırakan anlamlı söz öbekleri arasında yapılabilir. Durak yapılan yerlerde nefes alma imkânı doğar. Duraklar kalıp içinde (+) işareti ile gösterilir. Dizelerde durak yapılan yerler (/) işareti ile gösterilir. Hece sayıları ise rakamla gösterilir.
Şiirdeki hece kalıbı ve duraklarında çeşitli alternatifler kullanılabilir.
  • Vurgulu hecelerden biri durağın sonuna getirilerek de durgulanma yapılabilir.
  • İkili, üçlü gibi az heceden oluşan dizeler duraksız okunur. Bu dizeler aslında tek duraklıdır. Dize başlar, biter ve ondan sonra durulur. Yani durak böyle dizelerde dizenin sonundadır.
  • Durakları her dizede değişen şiirler duraksız kabul edilir. Bununla birlikte aynı şiirde aynı hece ölçüsü içinde iki farklı duraklı kalıp kullanılabilir.
  • Hece ölçüsüyle yazılmış bir dizede 2-20 arasında hece vardır.
  • En çok 7, 8 ve 11 heceden oluşan dizeler kullanılır. Hece ölçüsünün kalıplarındaki durak sayısı en az 2, en çok 5 olabilir.
  • Bir dizede en fazla beş kez durak yapılabilir. Bir durağın kendi içindeki hece sayısı ise 1 ile 10 arasında değişir. Dizeler de duraklarına göre iki, üç, dört ve beş duraklılar olmak üzere dört grupta toplanabilir.
  • Bir şiirde ölçü aynı olabilir ama duraklar değişebilir, değişik duraklar kullanılabilir.
Kar yağıyor / inceden (4+3)
Gül açılır / goncadan (4+3)
Ben yâri / kıskanırım (3+4)
Yerdeki / karıncadan (3+4)

Bu anonim mani 7’li hece ölçüsüyle yazılmıştır ancak değişik iki durak kullanılmıştır. Bu maninin 1. ve 2., 3. ile 4. dizelerinde aynı durak sistemi kullanılmıştır. Tanzimat edebiyatı döneminde Abdülhak Hamit Tarhan, duraksız şiir denemelerine girişmiştir. Cumhuriyet Döneminde ise Cahit Sıtkı Tarancı ve Ahmet Muhip Dıranas, hece ölçüsüyle serbest duraklı şiirler yazmışlardır.

Hece Kalıpları 
Türk edebiyatında, şiirlerde, hece sayısı ve durak şekillerine göre çeşitli hece ölçüleri kullanılmıştır. 2 heceden 20 heceye kadar çeşitlilik gösteren hece ölçüsü vardır. 5 ila 15 heceden oluşan dizeler yaygındır. Hece ölçüsünün bu çeşitleri, aruz kalıplarının karşılığı sayılabilir. Hece ölçüsünde en fazla kullanılanlar ise yedili, sekizli ve on birli hece kalıplarıdır. 
Erzurumlu Emrah’a ait olan aşağıdaki koşma ise on birli hece kalıbıyla (6+5=11) yazılmıştır.

Hazan ile geçti gülşen ü bostan
Eyler dertli bülbül zâr garip garip
Haraba yüz tuttu bezm-i gül-istan
Ağla şimden gerü var garip garip

Örnek:
Hayır, hayal ile yoktur benim alışverişim
İnan ki her ne demişsem görüp de söylemişim
Bu iki dizeden, şiirin bütünü ile ilgili özelliklerden
hangisi kesin olarak saptanabilir?

A) Yazıldığı dönem                 B) Konusu
C) Ölçüsü                                D) Kafiye düzeni
                         E) Nazım biçimi
                                                                (1986 - ÖYS)
Çözüm: Ölçülü bir şiirin bütün dizelerinde aynı ölçü
bulunur. Bu durumda, ölçülü şekilde yazılmış bir şiirin
herhangi bir bölümünden yapılan alıntıya bakılarak o
şiirin ölçüsü kesin olarak saptanabilir. Ancak şiirin herhangi
bir kesitine bakarak yazıldığı dönem, konusu,
kafiye düzeni ve nazım biçimi kesin olarak saptanamaz.
Çünkü bu özellikler şiirin diğer bölümlerinde değişebilir.
Cevap C

3. Serbest Tarz 
Dizelerinin oluşturulmasında herhangi bir ölçü birimi kullanılmayan şiirlerdir. Serbest tazrda yazılan şiirlerde aruz ölçüsü veya hece ölçüsü kullanılmaz. Dizeler serbest tarzda oluşturulur.
Serbest şiirlerin bazı özellikleri vardır. Serbest şiirler,
  • Ölçüsüz ve uyaksız olabilir.
  • Ölçüsüz ancak uyaklı olabilir.
  • Nazım birimi (dörtlük, beyit, bölüm vb.) bakımından serbest olabilir.
Nazım Hikmet Ran’a ait olan aşağıdaki “Seviyorum Seni” şiiri hem nazım birimi hem ölçü bakımından serbest bir şiirdir. Ancak şiirin bazı dizeleri kendi aralarında kafiyelidir.

Seviyorum seni ekmeği tuza banıp yer gibi
Geceleyin ateşler içinde uyanarak
Ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi
Ağır posta paketini, neyin nesi belirsiz
Telâşlı, sevinçli, kuşkulu açar gibi
Seviyorum seni denizi ilk defa uçakla geçer gibi
İstanbul’da yumuşacık kararırken ortalık
İçimde kımıldanan bir şeyler gibi
Seviyorum seni. “Yaşıyoruz çok şükür” der gibi

UYAK (KAFİYE) 
En az iki dize sonunda, anlamı farklı, yazılışı aynı iki sözcük arasındaki ses benzerliğine “uyak (kafiye)” denir. Kafiye, bazen dizenin başında, bazen ortasında ama çoğunlukla dize sonlarında bulunan, ses benzerliği sağlayan sözcüklerdir. Halk şairlerimiz bu terimi “ayak” sözcüğüyle karşılamaktadırlar. Halk edebiyatında uyak konusunda katı kurallar yoktur. Halk şairleri hafif bir ses benzerliğini dahi şiirlerinde kesin kurallara bağlamadan kafiye olarak kullanmışlardır. Çünkü halk şiirleri genelde saz eşliğinde söylenir. Yani halk edebiyatında şiir sözlü bir geleneğe sahip olduğundan göz kafiyesi değil de “kulak kafiyesi” esastır. Halk şiirinde kulakta hoş bir uyum bırakan her ses benzerliği uyak olarak kabul edilmiştir.
Halk şiirinde en yaygın olarak “yarım uyak” kullanılmıştır. Halk şiirinde bir şiirin bazı bölümlerinde o şiirin bütününde kullanılan uyağın dışında kalan başka uyaklar da kullanılabilir. Bu tür şiirlerde şiirin geneline hâkim olan uyağa “ana uyak” denir. Bazı şiirlerde ise ana uyak bulunmayabilir, bu şiirlerde her dörtlük değişik şekilde uyaklı olabilir. Divan edebiyatında da kafiye şiirin temel unsurlarından biri olarak görülmüş, kafiyeye çok önem verilmiş, genelde zengin kafiye kullanılmıştır. Bunlar rediflerle de kuvvetlendirilmiştir. Divan edebiyatında şiirde Türkçe, Arapça ve Farsça kökenli sözcüklerden yararlanılmıştır. Divan edebiyatında “göz için kafiye” anlayışı hâkim olmuştur. Yani divan edebiyatındaki şiirlerde birbiriyle kafiyeli olması istenen sözlerde yazılış bakımından, şekilce benzerlik aranır. Ayrıca sözcüklerin birbirleriyle kafiyeli olabilmesi için aynı türden olmasına dikkat edilir. Örneğin isimler isimlerle, fiiller fiillerle kendi arasında kafiye oluşturur.
Tanzimat döneminde Batı’nın etkisiyle edebiyatın temelden sarsılması, pek çok kuralın değişmesine yol açmış, bundan kafiye anlayışı da nasibini almıştır. Özellikle Tanzimat Döneminin ikinci kuşak sanatçılarından biri olan Recaîzâde Mahmut Ekrem, göz için kafiye anlayışını terk ederek, “kulak için kafiye” düşüncesini ortaya atmış ve bunu kendisi uygulamıştır. Ona göre, harflerin yazılışı değil, ses değerleri benzer olmalıdır ve kafiye kulakta hoş bir etki bırakabilmelidir. Kafiyenin göz için mi, yoksa kulak için mi yapılacağı tartışması Hasan Âsaf adlı bir şairin aşağıdaki beytinden çıkmıştır.

Zerre-i nûrundan iken muktebes
Mihr ü mehe etmek işâret abes

Birinci dizenin sonundaki “muktebes” sözcüðü Arap ça kökenlidir ve bu sözcüğün sonundaki ses, eski dilde “sin” harfi ile karşılanır. İkinci dizenin sonundaki “abes” sözcüğü de Arapça kökenlidir ve bu sözcüğün sonundaki ses ise, eski dilde “peltek se” ile gösterilir. Dolayısıyla, yazımda bu iki ses farklıdır ancak Türkçede aynı sesle karşılanır. Bu olaydan sonra o dönemin şairleri zamanla “kulak için kafiye”yi benimsemişlerdir. Böylece, divan edebiyatına ait kafiye anlayışının temel kuralları Tanzimat Döneminde değişmeye başlamıştır. Kafiye giderek şiir içinde bir ses olma durumuna gelmiştir. Buna da “yeni uyak” ya da “sanatlı uyak” denmiştir.
Cumhuriyet Döneminde de kafiye kullanılmıştır. Ancak 1940’tan itibaren özellikle Orhan Veli Kanık’ın başını çektiği Garip akımıyla birlikte şiirde bütün kalıplar ve kurallar terk edilmiş, bu bağlamda kafiyesiz şiirler yazılmaya başlanmıştır. Ancak bu reddediş, etkisini fazla sürdürememiştir.
Günümüzde ise şairler, genelde kendilerini belli düşünce kalıplarının içine sıkıştırmamakta, kafiyeli, kafiyesiz her türlü şiiri denemekten çekinmemektedirler.
Kafiye farklı sözcüklerdeki ses (harf) benzerliği ile ilgilidir.
Kafiyenin oluşabilmesi için dize sonundaki sözcüklerde şu özellikleri aramak gerekir:

  • Ses benzerliği olan sözcüklerin anlamca farklı sözcükler olması gerekir.
  • Ses benzerliği olan sözcüklerin yazımının aynı olması gerekir.
  • Dize sonundaki sözlerin ses bakımından benzemesi, anlamın ayrı olması gerekir.
  • Kafiyeler asla rediften sonra gelmez.
  • Kafiye şemasında aynı harf ile gösterilen sözcükler arasındaki ortak ses kafiye kabul edilir.
  • Sözcüğün kökünden sonra gelen ekler farklı görev ve anlamdaysa onlar da kafiye oluşturur.


Uyak Türleri (Kafiye Çeşitleri) 
Uyaklar ses değerlerine göre “yarım, tam, zengin, tunç ve cinaslı uyak” olmak üzere beşe ayrılır. Şimdi sırasıyla bunları inceleyelim.

1. Yarım Uyak (Kafiye)
Dize sonlarındaki bir ses (harf) benzerliği ile oluşturulan uyaklara “yarım uyak” denir. Ses ilgisi en zayıf olan uyaktır.
Yarım kafiyede, dize sonlarındaki sözcüklerde bulunan “b, c, ç, d, g” gibi sessiz harflerin benzeşmesi esastır. Ancak dize sonlarındaki sözcüklerde, üzerinde uzatma işareti (^) bulunmayan “a, e, ı, i, u, ü” ünlü harfleriyle de yarım kafiye oluşturulabilir.

Evlerinin önü çardak
Elif’in elinde bardak
Sanki yeşil başlı ördek
Yüzer Elif Elif diye

Karacaoğlan’a ait olan yukarıdaki dörtlükte, dize sonlarında “çardak, bardak, ördek” sözcükleri bulunmaktadır. Bu sözcüklerdeki “k” sesleri benzer olup yarım kafiye oluşturmaktadır.

Erkenden çağırır, ya deniz ya bahçe
Her yerde tükenmez kahkaha, eğlence
Daha uzak, uzak sanırsınız gece
Bir de bakarsınız gün batmış, ay bedir

Ahmet Kutsi Tecer’e ait olan yukarıdaki dörtlükte, dize sonlarında “bahçe, eğlence, gece” sözcükleri bulunmaktadır. Bu sözcüklerdeki benzer olan “e” sesleri ile yarım kafiye yapılmıştır.

2. Tam Uyak (Kafiye)
Dize sonlarındaki iki ses (harf) benzerliğine “tam uyak” denir. Tam uyak, tam ses değerindedir. Tam uyağı oluşturan seslerin biri ünlü biri ünsüzdür. Ancak üzerinde uzatma işareti (^) bulunan “â, û, î” sesleri ile yapılan uyaklar da tam uyak kabul edilmektedir. Çünkü uzatma işareti bulunan sesler tam ses sayılmaktadır.

Bütün sevgileri atıp içimden
Varlığımı yalnız ona verdim ben
Elverir ki bir gün bana derinden
Ta derinden bir gün bana “gel” desin

Ahmet Kutsi Tecer’e ait olan yukarıdaki dörtlükte, dize sonlarında bulunan “içimden, ben, derinden” sözcüklerindeki benzer olan “en” sesleri tam kafiye yapılmıştır.

Çiçek ülkesinden girerken yaza
Örer her doğan gün bir altun koza

Abdullah Öztemiz Hacıtahiroğlu’na ait olan yukarıdaki dizelerin sonlarında yer alan “yaza, koza” sözcüklerindeki benzer olan “za” sesleri tam kafiye oluşturmuştur.

Eski dilde okunuşu aynı olan sözcüklerin dize sonlarında bulunması kafiye oluşturur.

Adalardan yaza ettik de vedâ
Sızlıyor bağrımız üstündeki d
Seni hatırlıyoruz Viranb

Yahya Kemal Beyatlı’ya ait olan bu dizelerin sonlarındaki sesleri inceleyelim. İlk dizenin sonundaki “vedâ” sözcüğünun sonundaki “â” sesi uzun okunur. İkinci dizenin sonunda “dağ” sözcüğü ile üçüncü dizenin sonundaki “Viranbağ” sözcüklerinde bulunan “ağ” sesleri de “veda” sözcüğündeki “â” sesi gibi okunur. Bu bağlamda bu dizelerdeki (â, ağ, ağ) sesleri tam kafiye oluşturmaktadır.

Üstünde uzatma işareti (^) bulunan ünlüler iki ses sayıldığından tam kafiye oluşturur.

Bir dize işittim yine ey şûh-ı dil-ârâ

Bir hoşça da bilmem ne demek istedi ammâ

Nedim’e ait olan bu dizelerdeki “dil-ârâ” ve “ammâ” sözcüklerinin sonlarındaki benzer olan “â” sesleri, tam kafiye oluşturmaktadır. Çünkü bu sesler uzun ünlüdür.

Örnek:
Aşağıdakilerden hangisinde tam uyak vardır?

A) Çiğdemin menekşen kokar
     Güzeller göğsüne takar
B) Kuş olsam gezsem havayı
     Arayıp bulsam yuvayı
C) Geldim o dost ilinden
     Koka koka gülünden
D) Birin bilir birin bilmez
     Bu dünya kimseye kalmaz
E) Arı vardır uçup gezer
    Teni tenden seçip gezer
                                    (1998 - ÖYS)
Çözüm: Tam uyakta iki ses benzerliği vardır. B seçeneğindeki
“havayı, yuvayı” sözcüklerindeki “-ı” ekleri bildirme
hâli eki, “y” sesleri ise kaynaştırma harfidir. Görev ve
anlamları aynı olduğu için “-y-ı” ekleri rediftir. Sözcüklerin
köklerindeki benzer olan “va” sesleri ise tam kafiyedir.

                                                                               Cevap B

3. Zengin Uyak (Kafiye)

Dize sonlarındaki ses benzerliği tam uyaktan daha çoktur. Yani en az üç ses benzerliği olan uyak türlerine “zengin uyak” denir. Birbirine benzeyen seslerin sıralanışında herhangi bir kural yoktur. Benzer ses sayısı üçü geçince uyumda zenginleşme derecesi artmaktadır. Ancak bir ünlü ve bir ünsüz harften oluştuğu hâlde ünlü harfin üzerinde uzatma işareti (^) varsa bu kafiyeler de zengin kafiye sayılır. Çünkü üzerinde uzatma işareti bulunan “â, û, î” sesleri iki kısa ses kabul edilir. Dolayısıyla ortaya üç ses çıkmaktadır.

Ertesi gün başladı gün doğmadan yolculuk
Soğuk bir mart sabahı buz tutuyor her soluk

Faruk Nafiz Çamlıbel’e ait olan yukarıdaki beyitte, dize sonlarında yer alan “yolculuk” ve “soluk” sözcüklerindeki benzer sesler “luk” sesleri vardır. Üç sesten oluştuğu için bu sesler dizelerde zengin kafiye oluşturmaktadır.

Geçen her saat her geçen saniye
Gök altun güğümdür coşan maviye

Abdullah Özdemir Hacıtahiroğlu’na ait olan yukarıdaki dizelerin sonlarındaki “iye” sesleri, üç sesten oluştuğu için zengin kafiye oluşturmuştur.

Üstünde uzatma işareti (^) bulunan ünlüler bir ünsüzle birlikte üç ses sayıldığından zengin kafiye oluşturur.

Bir hüsn dahi bağladı hattın izâr-ı yâr
Etrâf-ı bâğ hûb olur olsa benefşe-zâr

Bakî’ye ait olan yukarıdaki beytin sonlarındaki benzer sesler “âr” sesleridir. Bu sesler de üç ses değerinde olduğu için zengin kafiye oluşturmaktadır.

Örnek:
Aşağıdaki dizelerin hangisinde zengin kafiye kullanılmıştır?

A) Ağaçlar kökünden kopacak gibi
     Bir türlü dinmiyor başlayan tipi
B) Çınla ey coşkun deniz, kayalıklarda çınla
     Sar bütün kumsalları o dolaşık saçınla
C) Kardır yağan üstümüze geceden
     Yağmurlu, karanlık bir düşünceden
D) Dağlar, omuz omuza yaslanan dağlar
     Sular kararınca paslanan dağlar
E) Kervan yürür peşi sıra düşemem
     Yıldız akar uçsam da yetişemem
                                                   (1991 - ÖYS)
Çözüm: Zengin kafiyede en az üç ses benzerliği vardır.
B seçeneğindeki “çınla, saçınla” sözcüklerinde redif
yoktur. Benzer olan “çınla”da ise benzer ses sayısı
beştir. Bu durumda söz konusu sesler zengin kafiye
oluşturmaktadır.
                                                     Cevap B

4. Tunç Uyak (Kafiye)
Uyağı oluşturan sözcüklerden birinin, diğer sözcüğün içinde tam olarak yer almasıyla oluşan uyak türüne “tunç uyak” denir. Tunç kafiyede sözcüklerden biri bağımsız bir sözcük, diğeri ise bunun son hecelerinden meydana gelmiş gibi ayrı anlamlı bir sözcüktür. Tunç uyakta iki veya daha fazla ses benzerliği söz konusudur.

Yokuşlar kaybolur çıkarız düze

Kavuşuruz sonu gelmez gündüze

Necip Fazıl Kısakürek’e ait olan bu beytin ilk dizesindeki “düz” sözcüğü, ikinci dizenin sonundaki “gündüz” sözcüğünün içinde aynı seslerle yer aldığından bu dizeler tunç kafiyelidir. “-e” ekleri rediftir.

Bursa’da eski bir cami avlusu
Mermer şadırvanda şakırdayan su

Ahmet Hamdi Tanpınar’a ait olan bu beytin ikinci dizesindeki “su” sözcüğü, ilk dizenin sonundaki “avlusu” sözcüğünün içinde aynı seslerle yer aldığından bu dizeler tunç kafiyelidir.

Örnek:

Gül gülse dâim ağlasa bülbül aceb degül
Zîrâ kimine ağla demişler kimine gül

Aşağıdakilerden hangisinde kullanılan uyak türü
yukarıda verilen beyittekiyle aynıdır?

A) Onlar, o hiçbir şeyden yapılmamış adamlar
      Üşümüş, yorgun ve bütün gün adres soranlar
B) Göz seni görmeli ağız seni söylemeli
     Bütün deniz kıyılarında seni beklemeli
C) Derdim var beller gibi
     Söylemem eller gibi
D) Zannetme ki şöyle böyle bir söz
      Gel sen dahi söyle böyle bir söz
E) Yalnız atlar yıkılır düzlerde suya özlemlerinden
     Bir ben miyim yalnızlığa yenilen sen, sen, sen
                                                           (2011 - LYS)
Çözüm: İkinci dizenin sonundaki “gül” sözcüğü, ilk dizenin
sonundaki “degül” sözcüğünün içinde ses olarak
geçmektedir. Böyle kafiyeye tunç kafiye denir. Aynı
durum C’de söz konusudur. İkinci dizenin sonundaki
“eller gibi” sözü, ilk dizenin sonundaki “beller gibi”
sözünün içinde ses olarak geçmektedir.
                                                             Cevap C

5. Cinaslı Uyak (Kafiye)
Dize sonlarındaki söylenişleri aynı fakat anlamları farklı sözlerin oluşturduğu uyak türüne “cinaslı uyak” denir. Sesteş sözcüklerle cinaslı uyak yapılır. Sesteş olmayan; ama okunduğunda kulağa aynı gelen sözlerle de cinaslı uyak yapılır. “Kuzusu - kuzu su” gibi.

Kara gözler, kara gözler
Kararmış kara gözler
Gemim deryada kaldı
Yelkenim kara gözler

Yukarıdaki anonim dörtlükte geçen “kara gözler”; ikinci dizede gözün rengini belirlemekte; dördüncü dizede ise “bir yerin, kara parçasının gözlendiği, beklendiği” anlamını vermektedir. Okunuşları ve yazılışları aynı, ancak anlamları farklı olan sesteş sözcüklerle yapılan böyle kafiyeler cinaslı kafiyedir.

Madem çoban değildin
Arkandaki sürü ne
Beni yârdan ayıran
Sürüm sürüm sürüne

Bu şiir de anonim bir mânidir. İkinci dizede “sürü” ve “ne” sözcükleri bir araya gelerek dördüncü dizedeki “sürüne” sözcüğüyle cinaslı kafiye oluşturmuştur. Dikkat edilirse, bu mânide cinaslı kafiye sesteş sözcüklerden oluşmamıştır. İkinci dizedeki “sürü ne” sözcüğü iki farklı sözcükten meydana gelmiştir. “Sürü” sözcüğü koyun, kuzu, keçi gibi hayvanlardan oluşan topluluktur.

Örnek:

Aşağıdaki beyitlerin hangisinde “cinas” vardır?

A) Gönlümle oturdum da hüzünlendim o yerde
     Sen nerdesin ey sevgili, yaz günleri nerde
B) Kısmetindir gezdiren yer yer seni
     Arşa çıksan akıbet yer yer seni
C) Akşam lekesiz, sâf, iyi bir güz gibi akşam
     Ta karşı bayırlarda tutuşmuş iki üç çam
D) Gözlerin mahmûr olurmuş her zaman
     Pek yamansın, pek yamansın, pek yaman
E) Görmeden mecnunların sahrâdaki cem’iyyetin
     Sevdiğim meşk-i nigâh eylersin âhûlarla sen
                                                               (1993 - ÖYS)
Çözüm: Cinas, dize sonlarında söylenişleri aynı fakat
anlamları farklı sözlerle oluşturulur. Soruda, yazılışı ve
okunuşu aynı olan sözcüklerin dize sonlarında kullanıldığı
tek seçenek B’dir. Bu seçeneğin ilk dizesindeki
“yer yer” sözcüğü mekân anlamındadır, bununla birlikte
“zaman” anlamında da kullanılabilir. Ancak ikinci dizedeki
“yer yer” sözcüğü “yemek” eyleminin mecaz
anlamını karşılamaktadır. Dolayısıyla B seçeneğinde
cinas vardır.
                                                               Cevap B


REDİF
Mısra sonlarında, görevleri aynı olan eklerin ya da anlamları aynı olan kelimelerin tekrarlanmasına “redif” denir. Redifte kafiye aranmaz. Böyle durumlarda rediften önceki söz veya söz parçalarında kafiye aranır. Redifler daima dizenin en sonunda bulunur, yani kafiyeden sonra gelir. Bazı şiirlerde kafiye bulunmayabilir ama redif olabilir.
Redifin sözlük anlamı “arkadan gelen”dir. Divan edebiyatında redifli şiirlere “müreddef” denmiştir.
Redif, halk şiirinin en eski ve önemli ögelerinden biridir. Öyle ki halk şairleri pek çok şiirde kafiye örgüsünü bile redifle sağlamışlardır. Bazı şiirlerde dizenin ilk dizesindeki sözcüklerin dışında kalan sözcükler rediflerden meydana gelmiştir. Divan edebiyatında ise redifin en önemli özelliği, özellikle gazellere ve kasidelere isim vermesidir. Yani bazı kaside ve gazeller redifleriile anılır. Fuzûlî’nin “su” redifli kasidesi gibi.
Tanzimat, Servet-i Fünün ve Fecri Ati Dönemi şairleri divan şiirinin etkisinde kalarak yazdıkları şiirlerinde; Cumhuriyet Dönemi şairleri de halk şiirinin etkisiyle yazdıkları şiirlerinde redifi az da olsa kullanmışlardır. Ancak diğer şiirlerde redif eski önemini yitirmiştir.

Redif Türleri (Çeşitleri)
Redifler yapılarına göre “ekler ile yapılan redifler”, “sözcük ile yapılan redifler”, “sözcük grubu ile yapılan redifler”, “hem ek hem söz ile yapılan redifler”, “dize ile yapılan redifler” olmak üzere beş grupta toplanabilir. Şimdi bu sınıflamayı örnekleriyle birlikte görelim.

1. Ek İle Yapılan Redif
Eş görevli eklerin tekrarlanmasıyla oluşan rediflerdir. Türkçedeki yapım ve çekim ekleri kavranmadan, ek hâlindeki redifleri anlamak, bulmak çok zordur. Bu nedenle, “redif”e geçmeden önce, bu konularda eksiği olanlar, “ekler” konusunu mutlaka gözden geçirmelidir. Eklerle yapılan rediflerde görev ve anlam birliği aranır. Eklerin yazılışlarda ise ünlü uyumlarından kaynaklanan ufak tefek bazı değişiklikler olabilir. Bir de, karşılaştırılan bütün eklerin aynı türden olması gerekir. Ayrıca redif kafiyeden sonra gelir ve eklerde aranır.

Şimşek gibi bir semte atıldık yedi koldan
Şimşek gibi, Türk atlarının geçtiği yoldan

Yahya Kemal Beyatlı’ya ait olan yukarıdaki beytin ilk dizesindeki “koldan” sözcüğünün kökü “kol” ismidir. Bu isme “-dan” ayrılma hâli eki gelmiştir. İkinci dizedeki “yoldan” sözcüğünün kökü “yol” ismidir. Bu isme de “-dan” ayrılma hâli eki gelmiştir. Dolayısıyla aynı görev ve anlamda olan “-dan” ekleri rediftir. Sözcüklerin köklerinde yer alan benzer sesler “ol” sesleri ise tam kafiye oluşturmaktadır.

Ek ile yapılan rediflerde aranacak olan en temel nokta, karşılaştırılan dizelerdeki eklerin aynı görevde olmasıdır. Örneğin bir dörtlüğün ilk üç dizesinde “-i” belirtme hâli eki olsun. Dördüncü dizede ise “-i” iyelik eki bulunsun. Bu durumda söz konusu eklere redif denemez. Çünkü eklerden biri bu redif birliğini bozmaktadır. Redif olabilmesi için karşılaştırılan bütün eklerin aynı türde, görevde ve anlamda olması gerekir. Bu örneğimizdeki eklerin redif olabilmesi için ya hepsinin “-i” hâli eki ya da hepsinin “-i” iyelik eki olması gerekir.

Boş geçirmeyelim gel bu çağları
Dolaşalım sahraları, dağları
Bir gün gazel döker ömrün yaprağı
Eser sam yelleri dal yârelenir

Âşık Daimi’ye ait olan bu dörtlükteki “çağları” ve “dağları” sözcüklerinde bulunan “-ı” eki, bildirme hâli ekidir. “yaprağı” sözcüğündeki “-ı” eki ise iyelik ekidir. Dolayısıyla bu üç ekte görev ve anlam birliği yoktur. Yani bu ekler, bu dörtlükte redif değildir. Bu durumda bu ekler benzer sesler olarak değerlendirilir ve yarım kafiye olarak kabul edilir.

Birden kapandı birbiri ardınca perdeler
Kandilli, Göksu, Kanlıca, İstinye nerdeler

Yahya Kemal Beyatlı’ya ait olan yukarıdaki dizelerin sonlarındaki “perdeler” ve “nerdeler” sözcüklerini inceleyelim. “Perde” sözcüğüne “-ler” çokluk eki gelmiştir. “Ner(e)de” sözcüğüne ise üçüncü çoğul kişi eki olan “-ler” eki gelmiştir. Yani bu ilki dizedeki “-ler” ekleri aynı görev ve anlamda değildir. Bunlar farklı iki ektir. Sadece yazılışları aynıdır. Öyleyse bu ekler redif değil, kafiyedir. “Perde” ve “nerde” sözcüklerinde “erde” benzer sesleri vardır. Sonuçta, yukarıdaki dize sonlarında benzer olan “erdeler” sesleri zengin kafiye oluşturmaktadır. Bu dizelerde redif yoktur. Bu dizelerdeki “-ler” eklerine redif demek yanlış olur.

Ek hâlindeki rediflerde dikkat edilmesi gereken bir başka temel nokta da ses uyumlarından kaynaklanan ünlü değişiklikleridir. Örneğin bir dörtlüğün dizelerinin sonlarında “-di’li geçmiş zaman” eklerinin “-tı, -ti, -tu, -tü” şekilleri bulunsun. Şimdi bu dört ek yazılışça aynı gibi görünmemektedir. Ancak bu eklerin hepsinin görevleri aynıdır. Ünlülerindeki farklılık ise eklendikleri sözcüklere uyum sağlamalarından kaynaklanmaktadır. Çünkü Türkçedeki ekler, sözcüklere ünlü uyumlarına göre ulanır. Bu durumda örneğimizdeki bu dört ek redif olur. Diyelim ki ilk üç dizedeki ekler geniş zaman eki olan “-r” olsun. Dördüncü dizedeki ek ise fiilden isim yapan ek olan “- r” olsun. Böyle bir örnekte bu eklerin dördü de yazılışça aynıdır ama görev ve anlamca üçü aynı, biri farklıdır. Dolayısıyla bu dört ek kendi aralarında redif oluşturmaz. Çünkü eklerle yapılan rediflerde önemli olan, eklerin görev ve anlamca aynı olmasıdır.

Nice güzellere bağlandım kaldım
Ne bir vefa gördüm ne fayda buldum
Her türlü isteğim topraktan aldım
Benim sadık yârim kara topraktır

Âşık Veysel’e ait olan bu dörtlüğün ilk üç dizesinin sonlarındaki “kaldım, buldum, aldım” sözcüklerindeki “-m” ekleri kişi eki olduğu için rediftir. Bu sözcüklerdeki “-dı, -du, -dı” eklerinden biri diğerlerinden farklı görünmektedir. Oysa bu üç ek de aslında görülen geçmiş zaman ekidir. Öyleyse ünlü uyumundan kaynaklanan bir ses değişikliği söz konusudur. Yoksa görevleri aynıdır bu eklerin. Sonuçta, sözcüklerdeki bu ekler rediftir. Sözcüklerdeki benzer olan “l” sesleri ise yarım kafiyedir.

Eklerle yapılan rediflerdeki bir diğer önemli husus ise kafiyenin sözcüklerin köklerinde, rediflerin ise eklerinde aranmasıdır. Bu kural bilinerek dizeler incelenirse redifler kolayca belirlenebilir. Örneğin “elim” ve “belim” sözcüklerinin kökleri “el” ve “bel” sözcükleridir. Bu sözcüklerdeki ortak sesler olan “el” sesleri tam kafiyedir. Bu sözcüklerin aldığı “-im” ekleri ise birinci tekil şahıs iyelik ekidir. Yani iki ek de aynı görev ve anlamdadır. Öyleyse bu örneğimizdeki ekler rediftir. Dikkat edilirse kafiye kökte, redif ise ekte bulunmaktadır. Tabii bu konuda tam bir başarı elde edebilmek için ek bilgisinin çok iyi olması gerekir.

Rûhumun senden İlâhî, şudur ancak emeli
Değmesin ma’bedimin göğsüne nâ-mahrem eli
Bu ezanlar -ki şehâdetleri dinin temeli-
Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli

Millî şair Mehmet Âkif Ersoy’un yazdığı “İstiklâl Marşı” ndan alınan yukarıdaki dörtlükte, birinci, ikinci ve üçüncü dizelerdeki “-i” sesi redif değildir; çünkü ilk üç dizedeki “i” sesi iyelik ekidir ancak dördüncü dizedeki “i” sesi iyelik eki değildir. Buradaki ses “gereklilik eki olan “-malı, -meli” ekine aittir. Kafiye sadece üç dizede olsa idi o zaman bu ek redif olurdu. Ancak ilk dört dize karşılaştırıldığı için son dizedeki “i” sesi redifin gerektirdiği görev ve anlam birliğini uyumunu bozmaktadır. Öyleyse “emeli, mahrem eli, temeli, inlemeli” sözcüklerindeki ortak sesler olan “emeli” sesleri zengin kafiye oluşturmaktadır.

Örnek:

Aşağıdaki beyitlerin hangisinde redif vardır?

A) Bir garip rüya rengiyle
     Rüzgârdaki yaprak bile
B) Savrulmada gül şimdi havada
     Gün doğmada bir başka ziyada
C) Söylenmemiş aşkın güzelliğiyledir
     Kâğıtlarda yarım bırakılmış şiir
D) Bin bahçeli beldemizi yad ellere bıraktık
     Gölgesinde barınacak tek ağacım yok artık
E) Bizim mahalle de İstanbul’un kenarı demek
     Sokaklarında yürünmez ki yüzme bilmeyerek
                                                                (1987 - ÖYS)
Çözüm: A’da “le” sesleriyle tam kafiye, C’de “ir” sesleriyle
tam kafiye, D’de “tık” sesleriyle zengin kafiye, E
de ise “ek” sesleriyle tam kafiye yapılmıştır. Ancak bu
seçeneklerde redif yoktur. B seçeneğindeki “havada”
ve “ziyada” sözcüklerindeki “-da” ekleri, bulunma hâli
ekidir. Yani bu eklerin görevleri aynıdır. Öyleyse bu ekler
rediftir. Bu sözcüklerin köklerindeki benzer olan “a”
sesleri ise yarım kafiye oluşturmaktadır.
                                                                    Cevap B

2. Sözcük İle Yapılan Redif
Yazılışı, okunuşu, anlamı aynı olan bir sözcüğün dize sonlarında tekrarlanmasıyla meydana gelen rediftir. Ekler aynı görev ve anlamda olmak koşulu ile ünlü uyumlarından kaynaklanan bazı ünlü değişikliklerine uğrayabilir. Örneğin yönelme hâl ekleri olan “-a” ile “-e” ekleri dizelerin sonunda yer alırsa redif oluşturur. Ancak sözcük hâlindeki rediflerde ses değişikliği olmaz.
Yani sözcük hâlindeki rediflerde tam bir yazım ve anlam birliği aranır.

Koyun verdi kuzu verdi süt verdi
Yemek verdi ekmek verdi et verdi
Kazma ile döğmeyince kıt verdi
Benim sadık yarim kara topraktır

Âşık Veysel’e ait olan bu dörtlüğün ilk üç dizesinin sonundaki “verdi” sözcükleri yazılış, okunuş ve anlamca aynı olduğu için rediftir. Dizelerdeki “süt, et, kıt” sözcüklerinde benzer olan “t” sesleri ise yarım kafiye oluşturmaktadır.

3. Sözcük Grubu İle Yapılan Redif
Yazılışı, okunuşu ve anlamı aynı olan birden fazla sözcüğün dize sonlarında tekrar edilmesiyle yapılan rediflerdir.

Ketmetme bu râzı, söyle bir söz
Ben isterim âh, öyle bir söz

Abdülhak Hamit Tarhan’a ait olan bu beytin dizelerinin sonlarındaki “bir söz” ifadeleri yazılış, okunuş ve anlam bakımından aynı olduğu için rediftir. Yani bu beyitte de sözcük grubu şeklinde redif vardır. Dizelerdeki “söyle” ve “öyle” sözcükleri ise tunç (zengin) kafiye oluşturmaktadır.

4. Hem Ek Hem Sözle Yapılan Redif
Bazı şiirlerde dizelerin sonlarında aynı anlamdaki sözcükler tekrar edilirken bu sözcüklerden önce aynı görev ve anlamda bulunan ekler yer alabilir. Böyle durumda hem bu ekler hem de tekrar edilen sözcükler redif olur. Yani hem eklerle hem de sözcüklerle redif yapılabilir.

Biçare gönüller, ne giden son gemidir bu
Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu

Yahya Kemal Beyatlı’ya ait olan bu beyti incelediğimizde dize sonlarındaki “bu” sözcüğünün tekrar edildiğini görmekteyiz. Bu sözcük, iki dizede da aynı görev ve anlamdadır yani rediftir. Yine iki dizedeki “-dir” eki de ek eylemin geniş zamanının üçüncü tekil şahıs çekim ekidir. Buna bildirme eki de denir. Demek ki bu dizelerde “-dir” ekleri de rediftir. İlk dizedeki “gemi” sözcüğü ile ikinci dizedeki “matem” sözcüğü ise kök durumundadır. “Gemi” sözcüğündeki “i” sesi sözcüğün köküne aittir. “Matem” sözcüğüne gelen “-i” sesi ise iyelik ekidir. Yani bu iki ses aynı anlamlı ve görevli değildir. Öyleyse “gemi” ve “matemi” sözcüklerindeki “emi” sesleri zengin kafiyedir. Sonuçta bu beyitte “-dir” eki ve “bu” sözcükleri ile hem ek hem de sözcük hâlinde redif vardır.

5. Dize İle Yapılan Redif
Dizelerin olduğu gibi tekrar edilmesiyle yapılan rediftir. Bu şekilde yapılan rediflere “nakarat” da denir.

Dost dost diye nicesine sarıldım
Benim sâdık yârim kara topraktır
Beyhude dolandım boşa yoruldum
Benim sadık yârim kara topraktır
                                      (Âşık Veysel)

Bu şiirde, ikinci ve dördüncü dizeler aynen tekrar edilerek dize şeklinde redif yani nakarat yapılmıştır.

Örnek:

Aşağıdakilerden hangisinde verilen dizelerde redif yoktur?

A) Ey, genç kanı kaynayan pınar
     Ey, altında yatıp kaldığım çınar
B) Uzaktan görenler yine aldanır
     Gözlerde bir hayal gibi canlanır
C) Ey, kumrulu bahçem, sümbüllü bağım
     Ey, bülbüllü derem, mineli dağım
D) Yatıyor can evimde hep o sonsuz emeller
      Gönlüme dokunmadı göğsümü yırtan eller
E) Akşam sanki boşluk içime dolar
     Dağların cilası gittikçe solar
                                                 (1995 - ÖYS)
Çözüm: B’deki “aldanır” ve “canlanır” sözcüklerindeki
“-ır” eki geniş zaman ekidir ve rediftir. C’deki “bağım”
ve “dağım” sözcüklerindeki “-ım” ekleri iyelik ekidir ve
rediftir. D’deki “emeller” ve “eller” sözcüklerindeki
“-ler” ekleri çokluk ekidir ve rediftir. E’deki “dolar” ve
“solar” sözcüklerindeki “-ar” eleri geniş zaman ekidir
ve rediftir. Ancak A’daki “pınar” ve “çınar” sözcükleri kök
durumundadır. Burada redif yoktur.
                                                    Cevap A

Örnek:

Siz baksanız bir şey göremezsiniz
Benim yurdumdur orası
Ardıçlar, gürgenler, tozlu yollar
Tokat’la Niksar arası

Bu dizelerde aşağıdakilerden hangisi yoktur?

A) Redif          B) Uyak
C) Ölçü            D) Eksiltili cümle
        E) Dilek - koşul kipi
                                           (1994-ÖYS)
Çözüm:
İkinci dizedeki “orası” sözcüğü ile dördüncü dizedeki
“arası” sözcüğündeki “-ı” ekleri iyelik eki, “s” sesleri ise
yardımcı sestir. Bu durumda görev ve anlamları ortak
oldukları için bunlar rediftir. “Orası” ve “arası” sözcüklerindeki
redifler çıktıktan sonra kalan “ra” sesleri ise
tam kafiyedir. İlk dizedeki “baksanıza” sözcüğündeki
“-sa” eki, dilek-koşul kipi ekidir. Üçüncü dizede sözler
bir yargıya bağlanmadığı için dize eksiltili bir cümle
olarak şiirde yer almaktadır. Ancak şiirde ölçü yoktur.
Çünkü dizeler sırasıyla 11, 8, 10, 8 heceden oluşmuştur
ve dizelerde bir birlik söz konusu değildir. Şiirin ölçülü
olması için bütün dizelerinde eşit sayıda hece bulunması
gerekir.
                                                 Cevap C

UYAK (KAFİYE) ÖRGÜSÜ
Uyak olarak değerlendirilen ses benzerliklerini çizgi ve harf yardımıyla göstermeye uyak düzenini çıkarma, “kafiye örgüsü (kafiye şeması)” bulma denir.
Kafiye örgüsünde her dize bir çizgi veya sıralı noktalarla gösterilir. Kafiyeli olan dizeler “a, b, c, d” gibi harflerle gösterilir. Birbiriyle kafiyeli olan dizeler ise aynı harfle gösterilir.
Kafiye örgüsü nazım biçimiyle ilgilidir. Yani şiirlerin şekilsel niteliğini gösterir. Yeni nazım biçimleri, Türk edebiyatında ilk kez Tanzimat’tan sonra görülmüştür. Bu dönem şairleri, genellikle divan edebiyatı nazım şekillerini kullanmışlardır. Ancak Batı edebiyatının etkisiyle şiirin özünde ve konusunda başlayan yenilikler zamanla biçime de yansımış, özellikle Abdülhak Hamit Tarhan’ın öncülüğünde yeni şiir biçimleri kullanılmaya başlanmıştır. Biçim yönünden asıl yenilik ise Servet-i Fünun Döneminde olmuş, bu dönem sanatçıları eski şiir biçimlerini tamamen terk etmiş, yeni biçimler denemişlerdir. Şiirlerde birbiriyle kafiyeli olan dizeler değişik şekillerde sıralanabilir.

1. Çapraz Uyak (Kafiye)
Bir dörtlükte birinci dize ile üçüncü dizenin, ikinci dize ile de dördüncü dizenin kendi arasında kafiyeli olmasına “çapraz uyak (kafiye)” denir. Çapraz uyak, “abab” şeklinde gösterilir.


Şimdi çapraz kafiyeye örnek verelim.

Kalbim bir çiçektir, gündüzler ölgün   ……a
Gelin, gelin, onu açın geceler              ……b
Beni yâd edermiş gibi bütün gün         ……a
Ötün kulağımda çın çın geceler           ……b

Necip Fazıl Kısakürek’e ait olan bu dörtlükte çapraz kafiye örgüsü vardır. Birinci ve üçüncü dizedeki “ölgün” ve “gün” sözcüklerindeki benzer olan “gün” sesleri tunç kafiye oluşturmaktadır. İkinci dize ile dördüncü dizede “geceler” sözcüğü rediftir. Bu dizelerdeki “çın” ve “açın” seslerindeki benzer olan “çın” sesleri de tunç kafiye oluşturmaktadır.

Örnek:

Yıldız arıyorum gökler dolusu
Zaman oraya varmamış olsun

Yukarıdaki dizelerle,
I. çiçekler arıyorum
II. görmemiş olsun
III. dağlar dolusu
IV. bahçıvan kokusu
sözlerinin tümü kullanılarak çapraz kafiye düzeninde
anlamlı bir dörtlük kurulmak istenirse, aşağıdaki
kullanımlardan hangisi son iki dizeyi oluşturur?
A) III. - II. - I. - IV.
B) II. - III. - IV. - I.
C) I. - II. - III.-IV.
D) IV. - III. - I. - II.
E) I. - III. - IV. - II
                                                     (1977)
Çözüm: Çapraz kafiyede birinci dize ile üçüncü dize,
ikinci dize ile de dördüncü dize kendi arasında kafiyeli
olur. Çapraz kafiye “abab” şeklinde gösterilir. Birinci
dize “gökler dolusu” sözüyle bittiğine göre bu dizeyle
kafiyeli olması gereken üçüncü dizenin III’teki “dağlar
dolusu” sözüyle tamamlanması gerekir. İkinci dize
“varmamış olsun” sözüyle bittiğine göre bu dizeyle kafiyeli
olması gereken dördüncü dizenin II’deki “görmemiş
olsun” sözüyle tamamlanması gerekir. Dize sonlarını
tamamladık. Sıra geldi dizelerdeki eksik sözlerin
tamamlanmasına... Burada bize dizelerdeki anlam bütünlüğü
ipucu olacaktır. Üçüncü dize anlamca I ve
III’teki sözlerin peş peşe gelmesiyle oluşur. Dördüncü
dize ise IV ve II’deki sözlerin peş peşe gelmesiyle oluşur.
Bu durumda dörtlük şöyle olacaktır:
Yıldız arıyorum gökler dolusu      ….a
Zaman oraya varmamış olsun       ….b
(I) Çiçekler arıyorum / (III) dağlar dolusu      ….a
(IV) Bahçıvan kokusu / (II) görmemiş olsun  ….b
Böylece ortaya çıkan dörtlük çapraz kafiyeli oldu. Bu
tip sorular seçeneklerden gidilerek de çözülebilir.
                                                           Cevap E


2. Düz Uyak (Kafiye)
Bir dörtlükte birinci dize ile ikinci dizenin kendi arasında, üçüncü dize ile de dördüncü dizenin kendi arasında kafiyeli olmasına “düz uyak (kafiye)” denir. Şiir beyitlerden oluşuyorsa her beytin kendi arasında kafiyeli olmasına “düz kafiye” denir. Dörtlüklerde “aabb”, “aaaa”, “aaab”; beyitlerde ise “aa, bb, cc …” şeklinde gösterilir.


Şimdi düz kafiyeye örnek verelim.

Çiçek ülkesinden girerken yaza         ……..a
Örer her doğan gün bir altun koza    ……..a
Kristal çiçekler açan fıskiye              ……..b
Ayıklık saçar düş gören bahçeye       ……..b

Abdullah Öztemiz Hacıtahiroğlu’na ait olan “Eylül Ezgisi” adlı şiirden alınmış yukarıdaki iki beyitte düz kafiye vardır. İlk beytin dizelerinin sonlarında yer alan “yaza” ve “koza” sözcüklerindeki “aza” sesleri zengin kafiyelidir. İkinci beytin dizelerinin sonlarındaki “fıskiye” ve “bahçeye” sözcüklerindeki “ye” sesleri ise tam kafiyelidir.

Bazı kaynaklarda “a,a,a,b” şeklindeki kafiye örgüsü de düz kafiye kabul edilmektedir.

Gül büyütenlere mahsus hevesle         ….. a
Renk renk dertlerimi gözümde besle   ….. a
Yalnız, annem gibi o ılık sesle             ….. a
İçimde dövünüp ağlama gurbet           ….. b

Necip Fazıl Kısakürek’e ait olan bu dörtlüğün ilk üç dizesi kendi arasında kafiyelidir. Dize sonlarında yer alan “hevesle, besle, sesle” sözcüklerindeki benzer olan “esle” sesleri ise zengin kafiye oluşturmaktadır. Bu dörtlüğün kafiye örgüsü “aaab” şeklinde olduğu için, bu dörtlüğün de düz kafiye örgüsüne sahip olduğu söylenebilir.

3. Sarma Uyak (Kafiye)
Bir dörtlükteki birinci dize ile dördüncü dizenin kendi arasında, ikinci dize ile de üçüncü dizenin kendi arasında kafiyeli olmasına “sarma uyak (kafiye)” denir. Sarma kafiye “abba” şeklinde gösterilir.

................. a
................. b
................. b
................. a

Şimdi sarma kafiyeye örnek verelim.

Her şey yerli yerinde; havuz başında servi   …...a
Bir dolap gıcırdıyor uzaklarda durmadan     …...b
Eşya aksetmiş gibi tılsımlı bir uykudan        …...b
Sarmaşıklar ve böcek sesleri sarmış evi        …...a

Ahmet Hamdi Tanpınar’a ait olan yukarıdaki dörtlükte birinci dize ile dördüncü dize, ikinci dize ile de üçüncü dize kendi arasında kafiyelidir. Birinci dizedeki “servi” sözcüğü ile dördüncü dizedeki “evi” sözcüklerindeki benzer sesler olan “vi” sesleri tam kafiye oluşturmaktadır. İkinci dizedeki “durmadan sözcüğü ile dördüncü dizedeki “uykudan” sözcüklerindeki benzer sesler olan “dan” sesleri ise zengin kafiye oluşturmaktadır.

Örnek:

Rüzgâr tersine esiyor… Niçin?
Eski günler geri mi gelecek?

Yukarıdaki dizelerle,
I. kozasında böcek
II. doğmak için
III. bildiği hayata
IV. kımıldıyor
sözlerinin tümü kullanılarak sarma kafiye düzeninde
anlamlı bir dörtlük kurulmak istenirse, aşağıdaki
kullanımlardan hangisi son iki dizeyi oluşturur?
A) I. - II. - IV. - III.
B)III. - II. - IV. - I.
C)IV. - I. - III. - II.
D) IV. - II - III. - I.
E) III. - I. - II. - IV.
                                                 (1978)
Çözüm: Sarma kafiye “abba” şeklindedir. İlk dize “niçin”
sözcüğüyle bittiğine göre dördüncü dize bu sözcükle
kafiyeli olmalıdır. İkinci dize “gelecek” sözcüğüyle
bittiğine göre üçüncü dize de bu sözcükle kafiyeli
olmalıdır.
Bu durumda I’deki “kozasındaki böcek” sözü üçüncü
dizenin sonuna gelmelidir. II’deki “doğmak için” sözü
de dördüncü dizenin sona gelmelidir. Şimdi III. ve
IV. dizeyi tamamlayacak diğer sözleri bulalım. Bunun
için dizelerdeki anlam bütünlüğüne dikkat etmemiz
gerekir. IV’teki söz üçüncü dizeyi oluşturmak için I’deki
ifadeden önce gelmelidir. Bu durumda üçüncü dize
IV-I şeklinde oluşur. Dördüncü dizeyi oluşturmak için
ise II’deki ifadeden önce III’teki söz gelmelidir. Bu durumda
üçüncü dize III-II şeklinde oluşur. Bu işlemler
yapılırsa aşağıdaki dörtlük ortaya çıkar.

Rüzgâr tersine esiyor… Niçin?              ….a
Eski günler geri mi gelecek?                  ….b
(IV) Kımıldıyor / (I) kozasında böcek     …b
(III) Bildiği hayata / (II) doğmak için     ….a

Böylece ortaya çıkan dörtlük sarma kafiyeli oldu.
                                                                  Cevap C

Düz, sarma ve çapraz kafiye şekli Türk edebiyatına Tanzimat’dan sonra Batı’dan geçmiştir. Divan şiirinin “gazel, mesnevi, rubai” gibi kendine özgü nazım şekilleri vardır. Halk edebiyatının ise “koşma, mani, semai” gibi kendine has nazım biçimleri bulunmaktadır. Bu nazım şekillerine, “Divan ve Halk edebiyatları” işlenirken ayrıntılı olarak değinilecektir. Bir de bütün bunların dışında, kafiyeli olduğu hâlde hiçbir sisteme uymayan serbest kafiye örgüsü vardır.

Örnek:

Uzak, çok uzağız, şimdi ışıktan
Çocuk sesinden, gül ve sarmaşıktan
Dönmeyen gemiler olduk açıktan
Adımızı soran, arayan var mı?

Bu dörtlükle ilgili olarak aşağıdakilerden hangisi
söylenemez?
A) Hece ölçüsüyle yazılmıştır.
B) Redif vardır.
C) Uyak düzeni aaab’dir.
D) “Yalnızlık”tan söz edilmektedir.
E) Bir destandan alınmıştır.
                                             (1998 - ÖYS)
Çözüm: Dörtlükteki bütün dizeler 11’er heceden oluştuğuna
göre dörtlüğün hece ölçüsüyle yazıldığı söylenebilir.
Dize sonlarındaki “ışıktan, sarmaşıktan, açıktan”
sözcüklerinde bulunan “-tan” eki, ayrılma hâli eki
olduğu için rediftir. İlk üç dize kendi arasında, son dize
ise serbest şekilde kafiyeli olduğu için dörtlüğün
kafiye düzeninin “aaab” şeklinde olduğu söylenebilir.
Şair, ilk dizede her şeyden ve herkesten uzak olduğunu
söylüyor. Buna göre, şairin şiirde yalnızlığını anlattığı
söylenebilir. Ancak bu şiirin bir destandan alındığı
söylenemez. Çünkü destanlar kahramanlık konularını
anlatır. Bu şiirde ise yalnızlık teması işlenmiştir.
                                            Cevap E

Örnek:

I. Biz de hafif olsaydık bir rüzgârdan
II. Yer alsaydık şu bulut kervanında
III. Güzele ve yeniye doğru koşan
IV. Bu sonrasız gidişin bir yanında
Bu dizelerle ilgili olarak aşağıdakilerden hangisi
söylenemez?

A) 11’li hece ölçüsüyle yazılmıştır.
B) Hepsinde redif kullanılmıştır.
C) Duraklarda belirli bir kurala uyulmamıştır.
D) I. ve II. dizelerde ulama vardır.
E) I. ve III. ile II. ve IV. dizelerde çapraz uyak (kafiye)
görülmektedir.
                                                    (2007 - ÖSS)
Çözüm: Verilen dizeler 11’li hece ölçüsüyle yazılmıştır.
Duraklarda belirli bir kurala uyulmamıştır. I. ve II. dizelerde
(hafif olsaydık, yer alsaydık ) ulama vardır. I. ve
III. ile II. ve IV. dizelerde çapraz uyak (kafiye) görülmektedir.
Yani uyaklanışı abab biçimindedir. Dolayısıyla
verilen dizelerle ilgili olarak A, C, D ve E seçeneklerindeki
yargılar söylenebilir. Ancak bu dizelerde redif
yoktur. O nedenle B’deki yargı söylenemez.
                                                      Cevap B

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder